Psikolojik durum, beslenme alışkanlıklarımızı etkileyen en önemli öğelerden biri. Örneğin gergin ve kaygılı bir ruh hali, bireyi yüksek kalorili yiyecekleri tüketmeye teşvik edebilir. Bu da kilo alımına yol açarak bireyin daha depresif hissetmesine, depresif hissedince de daha çok yemesine ortam yaratır ve zamanla bu işleyiş bir kısır döngüye dönüşür. Kilo vermek için diyet sürecine giren bireylerin başarısız olması da bu kısır döngüyü daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir.

Beslenme ve psikolojinin bu denli güçlü ilişkisini incelemek ve bu ilişkinin bireylerin hayatına nasıl yansıdığını keşfetmek için Uzman Psikolog ve Psikodramatist Senem Eke ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Uzm. Psk. Özge Erel Arda: Obezite, çağımızın yaygın halk sağlığı sorunlarından biri ve giderek daha endişe verici bir boyuta ulaşıyor. Kilo kontrolü konusunda sorun yaşayan insan sayısı arttıkça, soruna çözüm yolları da çeşitleniyor. Öncelikle obezite oranlarındaki bu artışı hangi faktörlere bağlıyorsunuz?

Uzm. Psk. Senem Eke: Tabii ki sağlıksız, her şeyden önemlisi bilinçsiz beslenme ve hareketsizlik, obezite oranlarını artırıyor. Buna ek olarak da kültürel beslenme alışkanlıklarımız işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Çoğunlukla karbonhidrat ağırlıklı bir beslenme tarzımız var ve egzersiz alışkanlığımız pek yok.

ÖEA: Beslenme alışkanlığı ve ruh sağlığını birbirinden ayrı düşünmek zor. Bu ilişkiden biraz bahsedebilir misiniz?

id-100230465SE: Beslenmek doğduğumuz andan itibaren hayatımızda var olan bir eylem. Daha doğrusu, en temel ihtiyaç. Biz bu ihtiyacı doğduktan sonra annemizle gidermeye başlıyoruz. Yiyecekle ilk temasımız annemizin memesi… Tabii bu dönemde anne-çocuk arasındaki ilişki ilerideki beslenme problemlerini de belirliyor. Yiyecek eğer çocuğu sakinleştirme yöntemi olarak kullanılıyorsa çocuk kendini sakinleştirmenin başka yollarını öğrenemiyor ve ergenlik-yetişkinlik döneminde de sıkıntılı durumlarla başa çıkmak için yiyecekleri kullanıyor. Sık duyduğunuz “Sinirlenince, sıkılınca, boşta kalınca yerim.” cümlesi işte bu durumdan kaynaklanıyor. Birey duygularıyla nasıl başa çıkacağını bilemediği zaman yiyeceklerle çözüm üretiyor. Mesela herkesin farklı durumlarda başvurduğu özel yiyecekleri var. Tercih edilen yiyeceklere baktığımızda mutlaka geçmiş anılarla bir bağlantısı olduğunu görüyoruz.

ÖEA: Peki geçmiş anılarla bağlantısını gördüğünüz yiyeceklerle ilgili örnekler verebilir misiniz?

SE: Gruplardaki deneyimlerimden örnek vereceğim. Mesela tavuk göğsü tatlısıyla duygusal bağı olan ve diyet sürecinde bu tatlıdan bir türlü vazgeçemeyen bir grup üyemiz vardı. Yaptığımız çalışmada gördük ki üye, o tatlıyı küçükken hep anneannesinin yanında yemekteymiş. Yetişkinlik döneminde de ne zaman sevgi, ilgi ve desteğe ihtiyacı olsa aklına o tatlı geliyor ve kendini sakinleştirmek için tavuk göğsü yemek istiyor. Yine çikolata takıntısı olan bir grup üyesinin çikolatayı eşiyle iletişim kurma aracı olarak kullandığını hatta eşine olan öfkesini gece yarısı onu çikolata almaya göndererek ifade ettiğini fark ettik. Bunun gibi bir çok örnek var. Bu bağlantıları kurmak farkındalığı artırmak için çok önemli. Bundan sonraki adım nasıl başa çıkacağını öğretmek.

ÖEA: “Duygusal yüklerimizden kurtulmadan fiziksel yüklerimizden kurtulamayız.” cümlenizi uzmanlığınızın getirdiği tecrübeler yardımıyla örnekleyerek nasıl anlatabilirsiniz?

SE: İfade edilmemiş, yıllardır saklanan ve kişide yük olan duygular her tür sağlık probleminin kaynağını oluşturuyor. Obezite de bu problemlerin arasında yer alıyor. Kişi kilo alarak aslında bir ağırlık, yük taşıyor. İngilizcede kilo için kullanılan weight sözcüğü, ağırlık, yük demek. Çalışmalarda kilo problemi olanların çoğunun taşıdığı ortak yükler olduğunu gözlemliyoruz: hayır diyememe, kişilik sınırlarını koruyamama (kendi sınırlarının aşılmasına müsaade etme), başkalarının yükünü taşıma, başkalarına ait olan sorumlulukları üstlenme, olumsuz duygularını yeterince ifade edememe gibi… Bu duygusal yükler birikir ve çözüm üretilmezse fiziksel yük olarak kişinin hayatındaki yerini alıyor. Biz yükleri hafifletiyoruz aslında. Duygusal yükler hafifleyince doğal olarak fiziksel yükler de azalıyor. Kişi olaylar ve duygularla başa çıkmayı öğrendikçe kızdığında, sıkıldığında yemek yememeyi de öğreniyor. Kendini daha sağlıklı yollardan ifade ediyor.

ÖEA: Peki kişi kendisini yiyerek cezalandırabilir mi? Eğer katılıyorsanız birkaç örnekle açıklayabilir misiniz?

SE: Katılıyorum tabii ki. Başarısızlık, hayal kırıklığı, suçluluk gibi olumsuz duygu durumlarında kişiler, dışa vuramadıkları öfkelerini kendi iç dünyalarına ve bedenlerine yöneltiyorlar. Kişinin kendi bedeniyle kurması gereken pozitif ilişki de bozuluyor. Bedeniyle yeniden ve sağlıklı ilişki kurabildiği zaman yiyerek cezalandırma da ortadan kalkıyor. Bir grup üyemiz çalışmada bedenini çok hor kullandığını ve sürekli cezalandırdığını fark ettikten sonra bedenine şöyle bir şey söylemişti, hiç aklımdan çıkmıyor: “Ölene dek benim yanımda olacak tek şey sensin, onun için artık seni cezalandırmaktan vazgeçiyorum ve korumak için elimden geleni yapıyorum.” Bunu dedikten sonra kilo verme süreci hızlandı ve kiloya bağlı gelişen ağrıları azaldı.

ÖEA: Kilo alma-verme süreci kısır döngü olabiliyor. İdeal kilosuna ulaşan kişiler tekrar -ve belki öncekinden daha fazla- kilo alabiliyorlar. Bu durumu nasıl açıklayabilirsiniz?

SE: Evet kilo vermede sonucu etkileyen en önemli faktör bu. Bize gelene kadar katılımcılar birçok yöntem denemiş oluyor. “Bir de bunu deneyeyim.”id-100413431diye gelenler oluyor. Mesela bu katılımcılarda kalıcı başarıyı yakalamak çok zor. Kısır döngü problemi olanlar aslında değişime en dirençli kişiler oluyor. Değişime direnç olunca kilolu olmaktan sağlanan bir kazanç da ortaya çıkıyor. Bununla ilgili birçok örnek var. Mesela kilolar bazen kişinin cinsellikten uzak kalmasını sağlıyor, bazen tacizden koruyor, bazen hastalığa ve ölüme karşı bir zırh oluyor, bazen de var olduğunu, görünür olduğunu ispatlamanın farklı bir şekli oluyor. Kişinin böyle derin ve varoluşsal sıkıntıları olunca kilolarıyla vedalaşmak istemiyor.

ÖEA.: PsikoDiyet adlı bir psikodrama odaklı kilo kontrol grubunu yönetiyorsunuz. Öncelikle psikodramanın kilo kontrolündeki yerini açıklayabilir misiniz?

SE: PsikoDiyet psikoterapiyle diyeti bir araya getiren bir program. Diyet yaparken karşılaşılan tüm psikolojik süreçleri de takip etme şansımız oluyor. Aynı zamanda geçmişten gelen sağlıksız beslenme alışkanlıklarının da temeline inip değiştirme fırsatımız oluyor. Bunu da psikodrama yöntemiyle yapıyoruz. Psikodrama, eyleme dayalı bir terapi yöntemidir. Aklınıza gelebilecek her şey psikodrama sahnesinde somutlaştırılabiliyor. Duygular, rüyalar, olaylar, geçmiş, şimdi, gelecek vb. Somutlaştırmalar ise sorunların daha net görülmesini ve çözülmesini sağlıyor. Kişiler kendi değişimlerini kendileri yaratıyor. Duygu dünyalarındaki değişim hem yaşantılarına hem de sağlıklarına yansıyor.

ÖEA: Kendi grup çalışmanız hakkında detaylı bilgi alabilir miyiz?

SE: PsikoDiyet 10 hafta süren bir kilo kontrol çalışması. Ekipte 2 diyetisyen, 2 psikolog, 1 nefes terapisti, 1 fizyoterapist, 1 de asistan var. 10 hafta boyunca katılımcılara ömür boyu kullanabilecekleri tüm başa çıkma ve rahatlama teknikleri öğretiliyor. Aynı zamanda beslenme eğitimi verilerek kendi beslenme programlarını yapmaları sağlanıyor. Çeşitli psikolojik testler uygulanarak çalışmadan faydalanma düzeylerine bakılıyor. 10 haftada 5 kilo verebilen üyeler bir sonraki çalışmaya ücretsiz katılabiliyorlar. Amacımız uzun süreli takip yapmak. Tüm üyeler düzenli aralıklarla kuruma davet edilip kilo takibi yapılıyor. 1 yıl boyunca kilosunu koruyabilen üyeler bu süreci başarıyla sonlandırıyor.

ÖEA: Son olarak, kilo kontrolü açısından sorun yaşayan kişilere ve yakınlarına önerileriniz nelerdir?

SE: Bunun uzun ve sabır gerektiren bir süreç olduğunu unutmamak gerekiyor. Ya hep ya hiç tarzı düşünceden uzak durmak gerekiyor. Yakınların mutlaka destek olması lazım. Bazen kişisel nedenlerden dolayı danışan yakınlarının destek yerine köstek olduklarını da sıklıkla gözlemliyoruz. Birey bir yandan temel beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye çalışırken bir yandan da bu tür problemlerle mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu da süreci maalesef uzatıyor. Motivasyonu da düşürüyor.

 

Uzm. Psk. Senem Eke

Uzm. Psk. ve Psikodramatist Senem Eke

Uzm. Psk. ve Psikodramatist Senem Eke

1979 yılında İstanbul’da doğan Senem Eke 2001 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. 2003 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2001-2007 yılları arasında özel eğitim alanında farklı gelişen çocuklar ve aileleriyle çalıştı. 2007’den bu yana sağlık psikolojisi alanında çalışıyor. Kendisi ayrıca 2016’da Psikodramatistlik diploması almıştır. Şu an Lotus Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde PsikoDiyet ve PsikoTansiyon programlarını yürütüyor.

RelatedPost