Thomas Edison, Albert Einstein, Pablo Picasso… Önemli buluşları ve eserleri ile anılan bu ünlü kişilerin, aileleri ve öğretmenleri tarafından garip bulunan bir tarafları vardı; onları diğer çocuklardan farklı kılan ve bu yüzden yaşıtlarından ayıran bir taraf. Bu farklılık, en başta bir zekâ geriliği olarak düşünülüp yanlış değerlendirilmişti o zamanlar. Ne olduğuna bir anlam verilemeyen bu sorunun adı “disleksi” idi.

Bir öğrenme güçlüğü olan ve öğrenme hızını yavaşlatan disleksi, bir çocuğun hayatını önemli ölçüde etkileyebilir. Özellikle gündelik, akademik ve sosyal hayatı etkileyen bu bozukluğun kaynağını ve bununla baş etme yöntemlerini Uzman Psikolog Ayça Uslu Pelin’e sorduk.

Psikolog Esin Aytülün: Disleksinin tam olarak ne olduğunu ve ortaya çıkma nedenlerini açıklayabilir misiniz?

Uzman Psikolog Ayça Uslu Pelin: Disleksi, nöro-gelişimsel bir bozukluktur. Aile üyelerinin bir ya da birkaçında öğrenme güçlüğü tanısının olması, bir çocuğu disleksi ya da başka bir öğrenme güçlüğü adayı yapabilir. Disleksi, aslında okuma güçlüğü olarak karşımıza çıkıyor; fakat meslektaşlar ya da halk, disleksiyi genel bir öğrenme güçlüğü olarak ele alıyorlar. Aslında disleksinin teorik karşılığı, okuma güçlüğü olarak tanımlanan şeydir. Ben bir uzman olarak disleksiyi okuma güçlüğü olarak görüyorum ve danışanlara bu şekilde açıklıyorum. Okuma güçlüğü, çocuğun yaşıtlarıyla aynı eğitim olanaklarına sahip olmasına ve hiçbir ayrımcılık ya da geride kalma gibi negatif  bir etkiye maruz kalmamasına rağmen, aynı müfredat bilgilerini öğrenmesi beklendiği halde okuma alanında öğrenememe durumudur. Disleksinin farklı boyutları var. Disleksi artık çoğunlukla, fonemik bir farkındalığın tam anlamıyla yaşıtlar kadar gelişmediği durumlarda ortaya çıkıyor. Ses ile o sese karşılık harfin, yani “be” sesine karşılık gelen “b” sembolünün ona karşılık geldiğinin zihinde tam olarak oturmaması durumu. Disleksi genellikle çocukların, 29 sesin çıkış sesine karşılık gelen sembolü zihninde oturtamamalarıyla ilişkili. Bazı durumlarda da sesleri tanıyabilir ama sesleri birleştiremez. Kimi çocuklar “esin” kelimesinde bir “e” sesi, “se” sesi ve “ne” sesi olduğunu tek tek bilir ama bu seslerin birleşiminden “esin” kelimesini okuyamaz. Kimi çocuklar heceleyerek okur, okuma akıcılığını henüz kazanamamıştır. Bunların hepsi disleksi başlığı altında tanımlanabilir. Ortaya çıkma nedenleri, öğrenme güçlüğünün genel tanımıyla aynı şekilde, normal veya normalüstü bir zekâya sahip olma durumu. Fakat öğrenme güçlüğü tanısı koyabilmek için zekâ değerlendirmesi tek bir araç olmuyor. Yani bir WISC-R ölçeğinin sonucuna göre öğrenme güçlüğü tanısı asla konulmaz. Buna ek olarak bir akademik öğrenme değerlendirmesi eklenmelidir. Ama orada gördüğümüz profil biraz dalgalı bir profildir. Örneğin, performans alanının daha yüksek olduğu, sözel alanın daha düşük olduğu ve bunların kendi aralarında da bir dalgalanma olduğu durumlar da ortaya çıkıyor. Bu, ebeveyn tutumlarından ya da çevre koşullarından çok etkilenen bir durum değil. Bu etmenler öğrenme güçlüğünün ve disleksinin sebebi değil ama durumun daha ağır olmasına sebep olabilirler. Çünkü disleksi, nöro-gelişimsel bir bozukluktur. Yaşam boyu sürer, ama erken yaşta uygun tedavi planlandığında disleksinin belirtileri azalarak devam eder. Yetişkinlik dönemine kadar sürer ama bu meslek sahibi olmasına, evlilik yapmasına vs. engel değildir.

E.A. : Bir çocuğun disleksisi olduğunu hangi belirtilerden anlayabiliriz?

A.U.P. : Mevcut programla çocuklar, cümle temelli okuma yöntemi diye bir yöntemle okuyorlar. Eskiden, fiş üzerinden “Ali ata bak.” şeklinde bütün olarak öğretilirken, şimdi parça parça sesler üzerinden okuma öğretiliyor. Toplamda 8 ya da 9 grup ses var. Bu sesleri belli kademelerle çocuklara öğretiyorlar. Bir çocuk, dört grup sesi bitirmesine rağmen halen o sesleri tanımıyorsa, ona “m” harfini gösterdiğimde bunun “mı” sesi olduğunu söylemiyorsa, “ mı” sesini yazması istendiğinde hiç yazamıyorsa ya da  bunu başka bir harfle karıştırıyorsa, sesleri birleştiremiyorsa, heceleme aşamasındaysa ve konuşması akıcı değilse çocuğun disleksisi olduğunu anlayabiliriz. Burada öğretmen gözlemleri önemlidir. Öğretmen iyi bir gözlemciyse, sınıf ortalamasına göre çocuğun yerini belirleyerek bunu ortaya çıkarabilir. Disleksisi olma ihtimali olan çocukların geçmiş öykülerine bakıldığında, konuşma gecikmesi görülebiliyor. Bu, otizm spektrumuyla da görülebilen bir belirtidir, ama dislekside okuma gecikmesi başlangıçlı bir süreç oluyor. Sesleri birbirine karıştırma, gerek görsel olarak, gerek sesin çıkış haliyle ilgili olarak, daha tipik olarak “b” ile “d” sesini, “a” ile “e” sesini karıştırmak, onun yerine farklı bir ses uydurmak gibi belirtilerle disleksiyi anlayabiliriz.

E.A. : Disleksi çocuğun günlük hayatını ve sosyal ilişkilerini nasıl etkiler?

A.U.P. : Aslında akademik bir sorun olduğu için günlük hayatı ve sosyal ilişkileri pek etkilemez gibi düşünülüyor. Ancak çocuk sınıftaki arkadaşları kadar okuyamadığını fark ettiğinde ya da öğretmenin tutum ve davranışları bunu vurguladığında, yetersizlik duygusu zamanla üzerine yapışmaya başlıyor. Bazen öğrenilmiş çaresizlik, bazen de davranış problemi ortaya çıkıyor. Yapamamanın getirdiği yetersizlik duygusuyla birlikte okulda, sınıfta, evde hırçınlaşma, zıtlaşma olabiliyor ve bu davranış problemi haline gelebiliyor. Bu çocuklar, sınıfta masanın altına girebiliyor, üstüne çıkabiliyor, sınıfta geziniyor, arkadaşlarını güldürmeye çalışıyor. Bu çocuklar oyunlara alınmıyor, “Sen zaten anlamıyorsun.”, “Sen zaten yapamazsın.” gibi tepkilerle dışlanıyorlar. Bu çocukların oyunu takip etme, sürdürme, oyunlara katılma, oyunda lider olma ya da bir top oyununda topu sektirme ya da yakalama gibi bedensel becerilerde de sıkıntıları olduğu için sosyal ilişkileri de etkilenebiliyor.

E.A. : Bazen disleksi ile zekânın bağdaştırıldığını görüyoruz. Bir çocuğun disleksisi olması onun yaşıtlarından daha az zeki olduğu anlamına gelir mi?

A.U.P. : Hayır. Öğrenme güçlüğü tanısı alabilmesi için çocuğun ortalama 90 ve üzeri bir zekâ kapasitesine sahip olması lazım. Disleksi, asla bir zekâ geriliği değildir. Sadece öğrenme güçlüğüdür. Disleksisi olan çocuklar, öğrenme açısından yaşıtları ile aynı hızda olmayan, daha çok tekrara ihtiyaç duyan çocuklardır.

E.A. : Disleksisi olan bir çocuğun eğitiminde ne gibi yöntemler kullanılıyor?

A.U.P. : Disleksi tanısı koyabilmek için bilişsel kapasite değerlendirmesi ve akademik öğrenme değerlendirmesi yapılması gerekiyor. Bilişsel kapasite değerlendirmesinde biz, çocuğun ne gibi eğitsel bir yöntemle öğrendiğinin yolunu ve haritasını çıkartıyoruz. Bu çocuklar genel olarak görsel öğrenen, somutlaştırıldığı ölçüde daha kolay öğrenen çocuklar. Görsel öğreniciyse eğer, materyali görsel olarak sunmak işe yarar. Bunun dışında işitsel ve dokunsal öğrenenler de var. Hangi öğrenme stiline göre öğrendiği saptandıktan sonra o yöntemlerden birini seçip ilerliyoruz.

E.A. : Disleksi ile baş etmede çevrenin önemi nedir?

A.U.P. : Ailenin ve öğretmenin rolü çok önemlidir. Aileler en başta bunun disleksi olduğunu öngöremedikleri için bu durumu bir yaramazlık, zıtlaşma ve keyfilik olarak yorumluyorlar. Çocukların bize gelene kadar çok fazla travmatik öğrenme deneyimi olabiliyor. Ödevlerinin anne baba ya da öğretmen tarafından beğenilmeyip yırtılması gibi durumlar yaşamış olabiliyorlar. Çocuğun çevresinin bunun keyfilik olmadığını, bir güçlük olduğunu bilmeleri, bunun üzerine de bir çevresel düzenleme yapmaları lazım. Çocuğa zaman vermenin, bunu bir sürece yaymanın öneminden bahsedilmeli. Her ne kadar akademik bir güçlük gibi görünse de disleksiye, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) eşlik edebiliyor ve planlama, organizasyon ve zamanla becerilerinde de sıkıntılar olabiliyor. Eğer görsel öğrenen bir çocuksa, kendini planlama ve organize edebilme becerisini geliştirmek adına daha görsel araçlar, örneğin yapışkanlı not kağıtları, büyük takvimler, çalar saatler, alarmlar kullanılabilir.

E.A. : Disleksisi olan bir çocuğun güçlü yönlerinden bahsedebilir misiniz?

A.U.P. : Filmlerde ya da kitaplarda daha çok sanat ve hayal gücü alanında büyük yatkınlıkları olduğu söyleniyor. Bilinen disleksili ünlülerden bahsediliyor. Ama her disleksili çocuğun üstün sanatsal kabiliyeti olacak diye bir kural yok. Güçlü yönlerinin, daha görsel ve sanatsal yanları olduğunu düşünüyorum. Yaratıcılık anlamında farklı düşünüş tarzları olabiliyor. Ama esnek düşünme kabiliyeti çok yüksek olan çocuklar değiller. Eski öğrenme deneyimlerini tekrarlama konusunda daha ısrarcı olabiliyorlar. Klinik boyutta buna perseverasyon (takılma) diyoruz. Yani aynı şeyi yanlış olduğunu bildiği halde tekrarlama eğilimini hem gündelik hem akademik hayatta oldukça yaşıyorlar.

59322-2

 

Ayça USLU PELİN

Uzman Psikolog / Özel Öğrenme Uzmanı

Uludağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden 2007 yılında mezun oldu. Mezuniyetinin ardından, Özel Güzel Günler Polikliniği’nde stajyer psikolog / araştırma asistanı olarak göreve başladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans Programı’nı 2012 yılının Haziran ayında tamamladı. Uzmanlığının ardından Özgül Öğrenme Güçlüğü alanında çalışmaya başladı. Çalışmalarının içeriğini, özgül öğrenme güçlüğü tanısı almış okul çağı çocuklarının özel eğitimi ve psiko-pedagojik yaklaşımla yapılan eğitsel terapi oluşturmaktadır. Tanılanma süreci öncesinde de, bu çocukların bilişsel, psiko-eğitimsel ve nöro-psikolojik değerlendirmelerini yapmaktadır. Çocukların okul bünyesindeki öğrenme ihtiyaçlarını tespit ederek sınıf içerisinde bireye özel müdahale programları hazırlama ve uygulanmasını sağlama, okul çapında davranış değiştirme yöntemleri, sosyal beceri grubu ve aile grup çalışmaları, akademik ve davranışsal ihtiyacı olan çocukların okullarına danışmanlık yapma gibi çeşitli klinik çalışmalar sürdürmektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğü alanında ailelere interaktif seminerler vererek Özgül Öğrenme Güçlüğü yolundaki sürecin daha iyi anlaşılmasında rol oynamaktadır. Halen Dr. Yankı Yazgan’ın ekibinde YDY Eğitim Araştırma Danışmanlık’ta uzman psikolog olarak klinik görevini sürdürmektedir.

RelatedPost