Psikolojik danışma ve psikoterapi sürecinde, danışan ve danışmanın arasındaki ilişkide etkileşim yüksek olduğunda sürecin daha faydalı olduğu akademik çalışmalarla kanıtlandığından bu yana, geliştirilen terapötik yaklaşımlarda iki taraflı aktif bir ilişki merkeze alınıyor. Ancak, bu girişimin başarılı olabilmesi için müdahalelerin oturmuş bir yaklaşıma dayalı olması da gerekiyor. Psikodrama da gün geçtikçe adını daha sık duymaya başladığımız bu yaklaşımlardan biri. Psikodramayı daha iyi anlayabilmek ve merak ettiğimiz noktalarda bilgilenmek amacıyla, Uzman Psikolog Esra BİLİK’ten sorularımızın cevaplarını aldık. Çocuklarla yapılan çalışmalarda, çocuktan edinilen bilgi kadar, iletişime geçme aracının da bir yetişkine kıyasla daha önemli bir rolü olduğunu göz önünde bulundurarak söyleşimizde, çocuklarda psikodrama sürecine ağırlık verdik.
Psikolog Hazal KAHRAMAN: Psikodrama diğer psikoloji teknikleri arasında yeni sayılabilecek bir teknik. Öncelikle okuyanlarımıza bu tekniği açıklayalım. Psikodrama denilince akla ne gelmeli?
Uzman Psikolog Esra BİLİK: Öncelikle psikodramadan ‘teknik’ olarak bahsetmek çok doğru olmaz. Psikodrama, derin bir felsefe üzerine oturtulmuş olan, yapısı ve teknikleri itibariyle geniş bir sistemdir. Yeni olmasından ziyade gücü yeni yeni daha fazla görülmeye başlanmakta ve bu ölçüde de günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır. Psikodrama denilince akla ilk olarak, ruh sağlığı için son derece önemli olup, çocukluktan itibaren çeşitli şekillerde baskılan kavramlar olan ‘Yaratıcılık’, ‘Spontanite’ ve ‘Eylem’ üçlüsü gelmeli. Yaşam, devinim içinde olan, dolayısıyla her an, yeni bir duruma ayak uydurmak zorunda kaldığımız bir sistem. Bu sistemin içinde sağlıklı bir şekilde var olmak, yeniliğe açık olmak ve yeni durumlara yaratıcı çözümler bulabilmekle mümkün ki işte tam da bu spontanite! Bu noktada bir diğer önemli kavram ve aynı zamanda psikodramanın da üzerine oturtulduğu temel yapı taşı olan ‘An Felsefesi’ geliyor. An, hepimiz için var olan tek gerçeklik. Bu ölçüde An’ın içinde ne kadar sağlıklı olarak durabiliyorsak yaşamdan o kadar doyum alabiliyoruz demektir. Özellikle güven problemi olan kaygılı bireylerin zihinlerinin geçmişte ya da gelecekte takılı olduğunu görürüz. Ve bu yüzden an’larını kaçırırlar ve esas olan tek şeyi yaşayamamak yaşamdaki en büyük bunalımlardan bir tanesidir. Buraya kadar kısaca değinmiş olduklarım, her biri üzerine kitaplar yazılabilecek kadar engin konulardır. Psikodrama oturumlarında geçmiş ve gelecek, her şey an’a getirilerek çalışılır. Dolayısıyla katılımcıların, yaşamın küçük bir modeli olarak tanımladığımız psikodrama sahnelerinde yer almaları dahi onlar için an’da olmanın ilk adımını oluşturur. Psikodrama ile kişiler ayrıca kişilikleri ve yaşamları ile ilgili pek çok keşiflerde bulunma ve bunları dönüştürme-geliştirme şansını elde ederler. Yani psikodrama, yaşamı daha farkında ve doyum içinde yaşamamızı sağlayan güçlü ve etkili bir sistemdir.
HK: Bir de sanat terapisi yaklaşımı var. Psikodrama ile sanat terapisini nasıl ayırmalıyız?
EB: Psikodrama ve Sanat Terapisi, kesiştikleri bazı noktalar olsa da bambaşka iki yapıdır. Psikodrama altında yatan felsefesi, unsurları, kavramları ve teknikleri itibariyle sanat terapisini de kapsayan çok geniş bir sistemdir. An Felsefesi temeline dayandığından ve ruh sağlığının yapı taşları olan ‘Spontanite, Yaratıcılık ve Eylem’ üçlüsünden hız aldığından önceki bölümde bahsetmiştim. Bunlara ek olarak, ‘Sahne, Yönetici, Protagonist, Yardımcı Egolar ve Grup’ olmak üzere beş temel unsuru vardır. Her şey an’da sahnede gerçekleşirken, bu unsurların her birinin birbirini tamamlayıcı rolleri ve bu doğrultuda da önemli terapötik etkileri mevcuttur. Psikodrama’nın bunlarla beraber çeşitli teknikleri, ısınma oyunları vardır ki tüm bunların içini açmak ayrı bir ropörtaj konusu olacak kadar kapsamlıdır. Soruya dönecek olursak, bu sistemin içinde, zaman zaman sanat terapisinde olduğu gibi kişilerin yaratıcılığını da harekete geçirecek somutlaştırma ve dışavurumcu tekniklere yer verilebilir, sanatın çeşitli dallarından yararlanılabilir. Benzerlik sadece bu kısımda görülür.
Ancak ne yaptıklarından bağımsız olarak metafor olarak psikodramayı bir çeşit sanat olarak tanımlayabiliriz. Terapist, yaratıcılığı ile süreci yönlendirirken üyelerin yaratıcılıklarını da harekete geçirmeyi hedefler. Böylelikle süreci bu ikisinin harmanlanmış hali oluşturur. Bu açıdan psikodramatist, bireylerin iç dünyalarını ziyaret edip onları iyileştirirken, cesaretlendiren ve yaşamlarını yeniden yaratmalarını sağlayan bir sanatçıdır.
HK: Peki psikodrama ile kişisel gelişim ve sorunlarla başa çıkma konusunda hedef kitlesi hangi danışan grubu olmalıdır? Kimler ve/veya hangi sorun grupları için daha uygundur psikodrama?
EB:Psikodrama, kişisel gelişim ve/veya psikoterapi arayışında olan hemen herkes için uygundur esasında. Psikodrama ile kişiler kendileri ve sorunlarının kaynağı ile ilgili pek çok keşiflerde bulunabilir, yarım kalmış işlerini tamamlayabilir, psikosomatik olarak adlandırdığımız kronik fiziksel rahatsızlıkları, kaygıları, süregelen rüyaları, yani ‘insan psikoloji’ denince akla neler geliyorsa hepsiyle ve aslında daha da fazlası ile çalışma imkanı bulurlar. Daha da önemlisi tüm bu sorunlar ile psikodrama sahnelerinde eylemsel metodlarla çalışma imkanı buldukları için duygusal ve bilişsel katarsisin yanında eylemsel katarsisler de yaşarlar. Bu tedavinin kalıcı olmasını sağlayan faktörlerden biridir ve aynı zamanda kişilerin hayatın küçük bir modeli olan psikodrama sahnesinde somut olarak adım atma cesareti elde etmeleri demektir.
HK: Siz çocuklarla da çalışıyorsunuz. Çocuklarda psikodrama neden/nasıl kullanılır ve hangi konularda etkilidir?
EB: Psikodrama’nın tohumları, kurucusu olan J.L.Moreno tarafından Viyana’da parkta çocuklarla yaptığı çalışmalar esnasında atılmıştır. Yani Çocuk Psikodraması varlığını
Psikodrama’nın doğuş yıllarından itibaren sürdürür esasında. Üklemize getirilişi ise İstanbul Psikodrama Enstitüsü başkanı Deniz Altınay tarafından gerçekleştirilmiş, kendisi hem çocuk gruplarının yapılmasına hem de bu konuda uzmanların yetiştirilmesine öncülük etmiştir. Yazmış olduğu ‘Çocuk Psikodraması’ kitabı da ülkemizde bu konuda tek ve önemli bir başvuru kaynağı niteliğindedir.
Moreno’nun çıkış noktasıyla da bağlantılı olarak, çocuklar oluşları itibariyle psikodramatik kavramlara çok daha yakın oldukları için tekniğe de çok uygundurlar ve yetişkinlere göre çok daha kısa sürelerde iyileşme gösterirler. Onlar zaten doğuştan spontan, yaratıcı, sezgileri güçlü varlıklardır ve sorun bu becerileri yetişkinler tarafından baskılanmaya başladığında ortaya çıkar. Bu anlamda çocuklar doğuştan birer psikodrama oyuncularıdır bana kalırsa. Epey zaman önce çocuk gruplarını yeni düzenlemeye başladığımda, yetişkin gruplarında süreç içinde zamanla öğretmeye çalıştığımız bazı teknikleri çocukların daha hiç göstermeden yapıyor olduklarına tanık olduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Çocukların psikodramaya çabuk adapte olmalarının bir sebebi de, gruplarda onların doğal bir parçaları olan oyunlar ile ilerleniyor olmasıdır. Bu anlamda çocuklar eğlenerek iyileşiyorlar diyebiliriz.
Çalışma alanlarına gelecek olursak çocuk psikodraması, fobiler, kardeş kıskançlığı, sosyalleşme ve uyum problemleri, iletişim güçlükleri, alt ıslatma, tikler, kaygı bozuklukları, korkular, çocukluk çağı depresyonları gibi aklınıza gelebilecek hemen her türlü ruhsal
problemler ile çalışılmasına olanak verir. Gelişimsel olarak normların dışında olan yani otizm, down sendromu, dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu gibi ya da üstün yetenekli çocuklar için ise ayrı gruplar oluşturulur veya bu çocuklar belli bir aşamada diğer gruplara entegre edilir.
Çocuk psikodraması ile, yukarıda saydığımız problemlerin ortaya çıkmasına sebep olan esas kaynaklar ortaya çıkarılır. Bu doğrultuda çalışmalar sürerken çocukların ihtiyaçları olan becerileri edinmeleri sağlanır. Psikodrama yoluyla çocukların, kendileri ve çevrelerine karşı olan farkındalıkları gelişir, empati becerileri artar, kendilerine güvenleri casino online doğrultusunda ifade becerileri gelişir, rol repertuarları zenginleşir ve karşılaştıkları güçlüklerle baş etme yani problem çözme becerisi kazanırlar.
HK: Çocuk Psikodramasını sağlıklı bir şekilde uygulamak amacıyla öngörülen alt yaş sınırı nedir ve sizce keskin bir şekilde çizilmeli midir?
EB: Çocuk Psikodraması grupları, normal koşullarda 6 yaş itibariyle başlatılmaktadır. Fakat gelişim, her çocukta farklı seyrettiği için özellikleri uygun ise zaman zaman 5- 5,5 yaşları da gruplara dahil edebiliyoruz. Keskinliği, psikoterapide hemen her konuda olduğu kadar evet, önemli. Çünkü çocukların oyunlara katılabilmeleri için belli bir bilişsel düzeye, duygusal hazır oluşa ve psikolojik alt yapıya sahip olmaları gerekir. Bu sebeple gruplardan önce bir değerlendirme seansı yapılır. Bu seanslar ile çocukların gruba uygunluğu ve uygun ise hangisine dahil edilceğine karar verilir. Bazı çocuklar bireysel psikodrama çalışmalarına daha uygundur, bazıları ancak bireysel destekle hazırlandıktan sonra grup sürecine dahil edilebilir, kimilerinde ise bireysel-grup çalışmalarını paralel olarak gerçekleştirmek gerekir.
Çocuk gruplarına ek olarak geçen yıllarda bir de ‘Okul Öncesi Oyun Grubu’ oluşturduk. Bu gruplarla daha küçük yaştaki çocukları da psikodrama ile buluşturmaya başladık.
HK: Çocuk ve ergenlerle çalışılan bir psikodrama sürecinde, ailenin katılımını gerekli olarak görüyor musunuz? Başka bir deyişle, aile katılımının psikodrama tekniğinin başarı oranı kapsamında ne kadar kritik bir rol oynadığını düşünüyorsunuz?
EB: Aile görüşmeleri, çocuk terapilerinin olmazsa olmaz parçasıdır. Bu durum psikodrama çalışmaları için de geçerlidir fakat burada asıl önemli olan nokta, elde edilen başarının devamlılığının sağlanması hususundadır. Psikodrama ile çocuklar iyileşirler ve yaşamlarında çok daha sağlam yok alırlar. Ancak aile bunu tekrar bozabilir. Ebeveynler, şüphesiz çocuğun ruhsal süreçlerinin şekillenmesini sağlayan en önemli faktörlerdir. Özellikle de bebeğin anne ile kurduğu ilk ilişki, yaşamında sonraki yıllarda kuracağı ilişkileri ve yaşama karşı duruşunu belirler. Dolayısıyla çocuğun bozulan dengelerini onarmak yetmez. Aileyi de mutlaka bu sürece dahil edip bilgilendirmek, gerekli durumlarda onlarla da psikodrama çalışmaları gerçekleştirerek ebeveynlik rolleri ile ilgili farkındalık yaratmak çocuk psikoterapisinin önemli bir parçasını oluşturur. Aile, çalışmaların bir parçası olmadığı müddetçe bir devamlılık sağlanamaz. Fakat ergenlerde durum farklıdır.
HK: Psikodrama terapisine, kişiye sadece terapi sürecinde değil, hayatının birçok kısmında kullanabileceği teknikleri içeren bir tedavi süreci olarak bakabilir miyiz? Bu açıdan baktığımız zaman, çocuk ve ergenlerin aldığı psikodrama terapisinin problem ile başa çıkma becerilerini geliştirdiğini söylemek mümkün müdür?
EB :Kesinlikle mümkündür. Psikodrama’nın amacı tam da budur aslında. Değerli hocamız Deniz Altınay’ın bir sözü vardır; ‘Biz bireylere balık vermiyoruz, onlara balık tutmayı öğretiyoruz’ der. Psikodrama, bir hayat terapisidir. Kişiye hayata yeni bir vizyonla bakmayı öğretir. Kişilerin kendileri, diğerleri ve yaşamla olan bağlarını güçlendirir. Yaratıcılığı ve spontaniteyi artırarak hem yaşama coşkularını tekrar ellerine almalarını, hem de esas varoluşlarını yaşamaya cesaret etmelerini sağlar. Yaratmak demek, kişilerin içindeki yaratıcı güçle buluşup yaşamlarını yaratmaları demektir ki bu iyileşmenin özünü oluşturur. Bu durum, her yaş grubu için sahip oldukları vizyon doğrultusunda değişmekle birlikte böyledir.
HK :Biraz da psikodrama sürecini olumsuz yönde etkileyebilecek etmenlere değinmek isterim. Sizin deneyimlerinizin ışığında, psikodramaya başlayan bir çocuk veya ergenin sahip olduğu bazı özel durumların bu süreci sekteye uğratabileceğini söyleyebilir misiniz?
EB: Psikodrama ile her konuda çalışmak mümkündür. Böyle bir kısıtlamamız yok. Fakat bazı özel durumlarda yöntemden bağımsız olarak zorlanmalar yaşayabiliyoruz. Örneğin, önceki bölümlerde değinildiği üzere, çocukların oyunları algılayıp katılabilmeleri için belli bir gelişim düzeyinde olmaları ya da çevreleri ile belli bir uyumu yakalayabiliyor olmaları gerekiyor. Örneğin, ağır mental retardasyon yaşayan çocukların oyunları algılamalarını bekleyemiyoruz. Benzer durum belirli duyu kayıpları olan çocuklar için de geçerli. Onun dışında dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite semptomları olan bazı çocuklar da gruba hemen adapte olamayabiliyorlar. Saldırgan ve dürtüsel çocuklar da diğer çocukları korumak amacıyla direk gruplara dahil edemediğimiz bir diğer grup. Örnekler çoğaltılabilir. Bu gibi özel durumlarda çocukları grup sürecine dahil edemiyoruz ya da ancak bireysel seanslarla hazırlayıp dahil edebiliyoruz.
HK: Ülkemizde psikodramanın şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz? Eksiler ve artılar neler?
EB: Bunu övünerek söyleyebilirim ki ülkemiz psikodrama konusunda gerçekten iyi bir noktada. Şu anda düzenli olarak eğitim veren iki tane kurum var. Ülkenin çeşitli yerlerinden gelen alan mezunları psikodrama eğitimlerini sekteye uğramadan sürdürebiliyorlar. Ek olarak, bu sene itibariyle çalışıyor olduğum İstanbul Psikodrama Enstitü’nde açılan ‘Eğiticinin Eğitimi’ programı doğrultusunda bir kaç farklı şehirde de bağlantılı olarak eğitimler verilmeye başlanıyor olacak. Onun dışında, enstitümüzde her sene yetişkinler için yaşantı grupları, çocuk psikodraması grupları, ergen grupları açılıyor ve bireysel psikodrama çalışmaları gerçekleştiriliyor. Eğitimimizin de bir parçası olarak öğrenciler her sene yurt dışından gelen yabancı psikodramatistlerle çalışma şansını elde ediyorlar. Bir sonraki ay 3. sayısını çıkaracak olduğumuz çift dilli bir psikodrama dergimiz var. İlgilenenler web sitemizden indirip okuyabilirler (www.istpsikodrama.com.tr). Psikodramayla ilgili yazılan ve dilimize çevrilen kitap sayıları da gün geçtikçe artış gösteriyor. Ve her geçen gün hem eğitim hem de danışan başvuruları artıyor. Bu da gösteriyor ki gün geçtikçe daha çok kişi psikodramadan fayda alıyor ve psikodramanın hakettiği önemle yaygınlığı artıyor. Bu doğrultuda psikodrama konusunda şaşırtıcı ama pek çok ülkeye göre iyi bir yerde olduğumuzu belirtebilirim.
HK: Son olarak, sizin eklemek istediğiniz birşey var mı?
EB: Psikodrama, gücünü yaşamın kendisinden alan ve altında derin bir felsefe barındıran güçlü ve büyüleyici bir sistemdir. Bunun için yaratıcısı olan Moreno’ya minnet borçluyuz. Yaşamla bu kadar iç içe olması dolayısıyla insanın özünde var olan kavramlara da bir o kadar yakındır. Ve en temelde aslında psikodrama ile kişilere içlerinde zaten var olup çeşitli şekillerde baskılanmış olan yaratıcı güç, spontanite ve sahip oldukları potansiyel hatırlatılır. Hayatını daha farkında ve daha anlamlı yaşamak isteyen herkese yaşamlarının bir döneminde bu süreci deneyimlemelerini tavsiye ederim.
Haliç Üniversitesi Psikoloji bölümünden (YÖK Burslu) mezun olmasının ardından, Dokuz Eylül Üniversitesi “Klinik Sinir Bilimleri” Yüksek Lisans Programı’na kabul edilerek, 2008 yılında lisansüstü eğitimini tamamladı. Öğrenim hayatı boyunca, çeşitli ulusal ve uluslar arası kongrelerde, bipolar bozukluktaki nörokognitif fonksiyonlar, madde bağımlılığı ve kendisinin güvenirlilik – geçerlilik çalışmasını yapmış olduğu premenstrual sendrom gibi konularda sözel bildiriler ve poster sunumları gerçekleştirdi. Çeşitli anaokulları ve Beyin Araştırma Merkezlerinde görev yaptı. İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde Psikodrama Eğitimini ve Eğitici Eğitimi programlarını tamamlayan Uzm. Psk. Esra BİLİK, halen aynı kurumda Çocuk Birimi Koordinatörlüğünü yürütmekte, eğitim grupları yönetmekte, çocuk ve yetişkinler ile bireysel ve grup çalışmalarını sürdürmektedir.