Psikoloji için yeni çalışma alanlarından biri olan pozitif psikoloji, araştırmacılar tarafından epey ilgi çekiyor. Ruhsal iyi olma haline sahip bireylerin durumunu muhafaza etme amaçlı olumlu psikolojik deneyimlere dikkat çeken bu alan, mutluluk kavramının araştırmalar için önemini artırdı. Her ne kadar mutluluk çoğumuzun sürekli sahip olmak istediği bir ‘şey’ olsa da, bu kavramın ne olduğuna dair de kafalar karışık. Mutluluğu tanımlamamız gerektiğinde hepimizin mutlaka söyleyecek bir şeyleri var ama bireysel tanımların ötesine kolayca geçemiyoruz. “Kendimizi mutlu olarak tanımladığımızda gerçekten mutlu muyuz?” ya da “Mutlu olmak denildiğinde ne anlamalıyız?” gibi sorulara mutluluk alanındaki araştırmaların sayısı arttıkça daha rahat cevap bulur olduk. Günlük hayatta psikolojik kavramlar arasında belki de en sık kullanılan mutluluk kavramı hakkında, Doç. Dr. Selda Koydemir ile bir sohbet gerçekleştirdik ve konuyu bilimsel açıdan dinledik. Kendisi, mutluluk hakkındaki aydınlatıcı bilgilerini bizimle paylaştı.
Psk. Hazal KAHRAMAN: Öncelikle genel bir soruyla başlamak istiyorum. Mutluluk bir insan olarak sahip olmak zorunda olduğumuz mu yoksa hali hazırda sahip olduğumuz bir şey midir?
Doç. Dr. Selda KOYDEMİR: Mutluluk hemen herkesin sahip olmak istediği ve hedeflediği bir yaşantı. Çünkü mutlu olunca daha aktif, daha enerjik, daha canlı oluyor ve kendimizi iyi hissediyoruz. Mutluluğun fiziksel ve ruhsal sağlığa da oldukça olumlu katkısı var. Bu nedenle mutlu olmayı istemek kötü değil. Ancak bu isteğin ve mutlu olma hedefinin sınırları var elbette.
Bazılarımız başkalarına oranla mutlu olmaya daha eğilimli. Bunun nedeni kişilik özellikleri; doğuştan getirdiğimiz, görece sabit özelliklerimiz. Yani mutluluğun genetik bir boyutu var aslında. Hatta araştırmalara göre doğuştan getirdiğimiz özelliklerin mutluluğu açıklama oranı 40 ile 60 arasında değişiyor.
Hepimiz belirli bir mutluluk seviyesine sahibiz, bu seviyeyi bir bakıma genetik faktörler belirliyor. Ancak mutluluğumuzu etkileyen pek çok başka faktör de var. Mutlu olmak zorunda mıyız? Her an değil. Hatta her an mutlu olmak çok sağlıklı da değil. Zaman zaman olumsuz duygular hissetmemiz ve buna izin vermemiz, aslında kendimize insan olmak için izin vermemiz anlamına geliyor. Öfke, üzüntü, hayal kırıklığı, korku gibi duygular bizi tehlikelere ve saldırılara karşı koruyan, bize yol gösteren, kendimizle veya çevremizle ilgili değişiklik yapmamız gerektiğinin sinyalini veren duygular. Varoluşsal önemleri var. Sürekli mutlu hissetmek pek mümkün değil. Ancak olumlu duyguları bazı insanlar daha sık hissederken, bazılarımız daha az sıklıkla deneyimliyor. Bu nedenle kişisel farklılıkları her zaman değerlendirmek gerekir.
HK: Peki, daha fazla mutlu olmak derken ne anlamalıyız?
SK: Çok fazla mutluluk diye bir şey yok. Mutluluk, bir yerde olan ve oraya gidince ya da varınca kavuşacağımız bir şey değil. Mutluluk, reçetesi olan, kişinin belli tavsiyelere uyduğunda sahip olacağı bir şey hiç değil. Bazı kitapların başlıklarında olduğu gibi mutluluğun 7 sırrı, 5 yolu falan da yok. Söylediğim gibi hepimizin aslında belirli bir mutluluk seviyesi var. Bunu çok fazla değil ama bir miktar artırmak mümkün. Daha mutlu olmak demek, yaşamdan daha fazla doyum almak ve olumlu duyguları olumsuz duygulara oranla daha sıklıkla deneyimlemek demek. Ancak olumsuz duygu derken “kötü” anlamda kullanmadığımı, akademik alanda bu şekilde sınıflandırma yapıldığını söylemek isterim. Olumsuz duygu, aslında o an için bize kendimizi iyi hissettirmeyen duyguların genel adı. Öfke, suçluluk, utanç, kızgınlık gibi duygular bu sınıfa giriyor. Önceden de belirttiğim gibi bu duygular da gerekli. Ancak daha mutlu hissetmek için bu duyguları dengelemek önem taşıyor. Olumsuz duygu yaşadığımızda bunu nasıl karşılıyor, bu duygularla neler yapıyoruz? Olumsuz duygularımız bizi ne ölçüde etkiliyor? Bunları ne sıklıkla hissediyoruz? Bu sorulara verilen yanıtlar önemli.
Sorunuza tekrar dönersek, daha mutlu olmak, yaşamımızın genel olarak daha iyiye gittiğini, kalitesinin artmış olduğunu, ondan keyif aldığımızı ve genel olarak daha sıklıkla iyi hissettiğimizi gösteriyor.
HK: Genellikle mutluluğu elde edilen bir başarı veya tatminkâr bir durumun sonucu olarak tanımlama eğilimi var. Peki, mutlulukla başarı arasında nasıl bir ilişki var?
SK: Mutlu insanların mutsuz insanlara oranla daha başarılı olduğunu araştırmalara baktığımızda görüyoruz. Yani, mutluluk başarıya yardımcı oluyor. Bunun nedenlerinden birisi mutlu hissettiğimizde daha açık, daha girişken, daha enerjik olmamız olabilir. Ayrıca başarılarımızın sonucunda da mutlu hissediyoruz. Yani her ikisi birbirinin nedeni olabiliyor. Fakat burada önemli nokta şu; bir başarı elde ettikten veya bizi tatmin eden bir olay yaşadıktan sonra mutlu olduğumuzda, o mutluluk uzun sürmeyebiliyor. Yeni durumlara bir süre sonra alıştığımız için, baştaki mutluluk hali azalabiliyor. Bu, kötü bir şey değil. Ancak kendimizi “şunu başarırsam çok mutlu olacağım” şeklinde motive etmek çok doğru olmayabilir. Çünkü ona ulaştığımızda aslında o kadar da mutlu olmadığımızı veya bunun geçici bir şey olduğunu görebiliriz. Başarılar, kendimizi iyi hissettiren olaylar… Bunlar yaşamımızda hep olsun. Hepsi olumlu duyguları, yani mutluluğu artırabilir. Fakat hedef koyarken, daha mutlu olmak isterken yeni durumlara kolaylıkla alışma ve uyum sağlama özelliğimizi es geçmemeli.
HK: Birçoğumuz başkalarının mutluluk seviyesi hakkında, o kişinin sahip olduklarına ya da yaşam koşullarına bakarak yorum yapıyoruz. Bu tarz bir eğiliminin kendi mutluluk seviyemize etki edebileceğini düşünüyor musunuz?
SK: Öncelikle bununla bağlantılı bir konuya açıklık getirmek isterim. Maddeci bir bakış açısının, yani sahip olduğumuz şeylerle mutluluğumuzu tanımlamanın uzun dönemde bize iyi hissettireceğini düşünmüyorum. Zaten araştırmalar, sahip olduklarımızın mutluluğumuz üstünde çok az etkisi olduğunu, maddeci bir bakış açısının ise mutluluğu azaltabildiğini gösteriyor. Türkçedeki “Ev alma, komşu al.” atasözü aslında bu konuda söyleyeceklerimle özdeşleşiyor. Mutluluk araştırmaları, kendimiz için bir madde (eşya gibi) veya statü üzerinden hedefler koymak yerine deneyimler (bir ilişki, bir tatil, bir işi tamamlama) üzerinden hedefler koyduğumuzda daha iyi hissettiğimizi söylüyor. Ben de eve değil komşuya yani materyale değil, deneyime (yaşantıya) önem verdiğimizde (ilişkilerin, onlarla yaşanan deneyimlerin) mutluluğumuzun daha olumlu etkilenebileceğini söyleyebilirim. Yalnız önemli bir nokta, önce temel ihtiyaçlarımızı (yeme, barınma, güvende olma gibi) karşılamamız gerekiyor. Yani başımızı sokacak bir yerimiz olmadığında ilişkiler iyi hissetmemizde fazla etkili olmayabilir. Karnımızı doyurmakta zorlanıyorsak, bizim yaşam doyumumuzu artıracak olan şey öncelikle bu ihtiyacımızı karşılamaktır. Ancak belirli bir kazanç veya standarda ulaştıktan sonraki mutluluk seviyemiz paradan ya da satın aldıklarımızdansa deneyimlerimizden daha çok etkileniyor.
Bir de sizin sorunuzla da bağlantılı olan, kendimizi başkalarıyla karşılaştırma durumu var. Kıyafetlerimizi, telefonumuzu, arabamızı başkalarınınkilerle kıyaslıyoruz sürekli. Bu tarz karşılaştırmalar bizi mutsuz edebiliyor. Özellikle elde ettiğimiz kazancın başkalarının (örneğin akranlarımızın) kazançlarıyla karşılaştırılmasının olumsuz etkileri olduğunu biliyoruz. Bu tarz karşılaştırmalar yapmak yerine kendimizle ilgili değerlendirmeler yapmak, kendi gelişimimize odaklanmak ve sahip olduklarımız için minnet duymak, sürekli sahip olamadıklarımızı düşünmekten daha çok işimize yarayacaktır.
HK: Peki, sahip olduğumuz mutluluğun ne kadarı bireysel çaba ve kontrolümüz sonucunda ortaya çıkıyor?
SK: Pek çok araştırmacı ve uzman buna yönelik rakam veriyor. En fazla kabul gören ve bilineni %30-%40 aralığı. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi kişilik özelliklerimiz bu konuda epey belirleyici ve herkesin mutluluğa yönelik doğuştan getirdiği, mutluluğunu belirleyen bir duruş noktası var. Aslında 30-40 arası gibi bir rakam hiç fena değil. Mutluluk seviyemizin “kendi kontrolümüzde” olması ne demek, isterseniz biraz da bunu açıklamaya çalışayım.
Ben hümanist (insan-odaklı) bakış açısıyla bireylerin; kendilerini gerçekleştirmek üzere potansiyelleri olduğunu, gerekli şartlar sağlandığında ve birey kendini anlamaya başladığında, bu potansiyeli en iyi şekilde kullanabileceğini düşünenlerdenim. Zaten mutluluk konusundaki araştırmalar da benzer düşüncelerden yola çıkıyor. Yaşamda kontrol edemediğimiz pek çok şey var. Örneğin başımıza gelen bazı olayları, başkalarının bize olan davranışlarını, doğa olaylarını, kayıpları biz kontrol edemiyoruz. Ancak kendi davranışlarımızda, düşünce şeklimizde ve duygu dünyamızda çeşitli düzenlemeler yapma potansiyeline ve gücüne sahibiz. İşte bu potansiyel ve güç, mutluluğumuzu da etkileyebiliyor.
Pek çok araştırmada mutluluğu olumlu yönde etkileyen ve bizim kontrolümüzde olan ortak faktörler belirlenmiş. Örneğin başkalarıyla, özellikle bizim için önemli insanlarla sağlıklı ve doyurucu ilişkiler kurmak bunların başında geliyor. Bu, tamamen dışa dönük olmaya çalışmak, sürekli sosyalleşmek demek değil. İçedönük birisi de olabiliriz ve bu bizim kişilik özelliğimizdir, sorun olarak algılanmaması gerekir. Ancak yine de bizim için önem taşıyan, güvene dayalı ilişkiler kurabilir, kendimiz için gerekli sosyal desteği almaya çalışabiliriz. İlişkiler mutluluğumuza katkıda bulunan en önemli etkenlerden, tabii ki sağlıklı ilişkiler.
Onun dışında kendimizle olan ilişkimiz ve kendimize karşı olan saygımız da mutluluğu etkiliyor. Yani kendimizle ilgili olumlu duygulara sahip olmak, iç çatışmalarımızı sağlıklı şekilde çözebilmek, pek çok yönümüzü bir bütün olarak kabul edip ihtiyaç duyduğumuzda davranışlarımızda değişiklik yapabilmek kendimizi iyi hissettiren etkenlerden.
Kontrolümüzde olan ve mutluluğumuzu etkileyen bir başka şeyse daha önce de kısaca değindiğim minnet. Sahip olduklarımız için minnet duymak, sahip olamadıklarımız için üzülüp suçluluk ya da öfke duymaktan çok daha yararlı. Pek çok araştırma, minnet duymayı yaşamımıza katmaya yönelik egzersizlerin mutluluğumuzu kısa ve uzun dönemde artırdığını gösteriyor.
Başka neler var? Düşünce yapımızı değiştirmeye, olumsuz iç konuşmalarımızı daha olumlu ve rasyonel yapmaya yardımcı olan bazı bilişsel egzersizler; duyguları düzenlemeyi (duyguları tanımak, etkili şekilde ifade edebilmek ve gerektiğinde iyiye yönlendirmek gibi) öğrenmek; iş yaşamında ve özel yaşamda anlam bulmaya ve iş yaşamını tatmin edici hale getirecek bazı değişiklikler yapmaya çalışmak; kendimize bizim için değerli bir amaç ve buna doğru bizi götüren hedefler koymak ve bunlar için uğraşmak; stres ve kaygıyla etkili bir şekilde başa çıkmaya yönelik çalışmak gibi pek çok şey sayesinde de mutluluğumuzu düzenleyebiliriz.
Ancak unutmamak gerekir ki çok mutlu olmak, hatta tek başına mutlu olmak bile nihaî bir hedef olmamalı. Sürekli mutluluğu aramak geri tepebilir ve kendimizi daha kötü bir konumda bulabiliriz. Mutluluğu bir yer veya şey olarak değil de bir deneyim ve yaşantı olarak görmeye çalışırsak, zaten tüm bu bahsettiklerim, süreçte iyi hissetmemize yardımcı olacaktır. Ayrıca mutluluğun tamamen olumlu olmadığını, olumluyla olumsuz dengesinin de önemli olduğunu vurgulamak isterim.
HK: “Mutluysan sorun yok” gibi mutluluğa çok da gerçekçi yaklaşmayan telkin cümlelerinin sıkça kullanıldığına tanık oluyoruz. Bunun için ne söylemek istersiniz?
SK: Aslında biraz önce bahsettiğim konularla ilişkilendirebilirim bu sorunun yanıtını. Mutlu olmak, yaşamımızda her şeyin iyi olduğu ya da hiç bir sorunumuzun olmadığı anlamına gelmiyor. Mutluluğun içinde sadece iyi şeyler yok. Sorunlar da var, ancak sorunlarla iyi başa çıkabilmek, sorunları bir tehdit olarak görmek yerine bizi geliştirici zorluklar olarak görmek var. Ayrıca zaman zaman olumsuz hissetmekte de bir sorun yok. Mutluluğu bir takıntı haline getirmemek gerek bence.
HK: Peki, sahip olunan mutluluk seviyesini kalıcı olarak kaybetmek mümkün mü?
SK: Daha önce başarı konusunda konuşurken de bahsettiğim gibi aslında iyi bir şeyler elde ettiğimizde bir süre mutlu oluyor ve sonra eski mutluluk seviyemize geri dönüyoruz. Olumsuz bir olay sonrasında da benzer şeyi yaşıyoruz aslında. Bir yakınımızı kaybettiğimizde, travmatik bir olay yaşadığımızda mutluluk seviyemiz elbette düşüyor. Ancak bunlara da alışıyoruz. Bazen 1 ay, bazen 3 ay, bazen 1 yıl veya daha uzun zaman alıyor bu süreç. Buna rağmen tam olarak alışamadığımız ve sonrasındaki mutluluğumuzun hiç bir zaman eski mutluluğumuza dönemeyeceği olaylar da var. Örneğin uzun süren işsizlik bunlardan birisi. Kişi bir işte çalışmak isteyip de uzun süre işsiz kaldığında mutluluk seviyesi ciddi şekilde düşüyor ve mutluluğun tekrar eski seviyesine çıkması pek kolay olmuyor, bazen tamamen imkânsız oluyor. Onun dışında araştırmalara göre dul kalmak ve sevdiğimiz birinin kaybı da benzer etki yaratabiliyor. Öte yandan bir kaza sonucu sakat kalan kişilerin en fazla birkaç yıl içinde sakat olmayan kişilerle yakın mutluluk seviyesine gelebildiğini de biliyoruz. Bunda kişisel faktörlerin, çevrenin etkisi de elbette var.
H. K: Negatif deneyimlerin mutluluk getirmeyeceği yönünde bir algı olduğunu söylersek herhalde yanlış olmaz. Ancak, kabullenmenin birçok olumsuzlukla başa çıkabilme becerisini pekiştirdiğini biliyoruz. Peki, bireyin yaşanılan negatif deneyimlerin sonuçlarını kabullenmesi bir fark yaratır mı?
S. K: Evet, kesinlikle yaratır. Kabul, deneyimlerimizi en etkili ve bize faydalı olacak şekilde yaşamamıza olanak verir. Bireysel bazı özelliklerimizi, yaşadığımız olumsuz deneyimleri, başımıza gelen şeyleri kabul edebilmek; ilerlemek adına ve sonrasında daha iyi hissedebilmek adına çok önemli. En basit şekilde, öfkelendiğimizde bu öfkemizi kabul edebilmek (“Hayır, öfkelenmemeliyim.” diye direnmek yerine), romantik ilişki yaşadığımız kişinin bireysel özelliklerini kabul edebilmek, bir başarısızlık yaşadığımızda bunu kabul edip kendimize karşı şefkatli olabilmek, aslında değişim ve gelişim yolunda adım atabilmek adına büyük önem taşıyor.
Selda Koydemir, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda öğretim üyesidir. Kendisiyle ve yayınlarıyla ilgili detaylı bilgiye www.seldakoydemir.com – kişisel web sitesinden ulaşılabilir.