ID-10052394 (2)Çok geniş bir uygulama alanı olan psikoloji, özellikle son yıllarda siyaset bilimi ile daha fazla yakın temas kurmaya ve bu bilim dalı ile işbirliği içinde çalışmaya başladı. Bu alanda çalışan ve siyasi davranışların psikolojik süreçlerini açıklamaya çalışan araştırmalar, hem siyasi yaşamı hem de günlük yaşamı anlayabilmek adına oldukça önemli veriler sunuyor. Örneğin araştırmacılar bireylerin siyasi kararlarında ve görüşlerinin şekillenmesinde hangi faktörlerin etkili olduğu, siyasi davranışlarının nasıl oluştuğu gibi pek çok konuya açıklık getimeye çalışıyor. Toplumsal olayların analizini daha iyi yapabilmek açısından büyük önemli taşıyan bu konularda daha fazla bilgi sahibi olmak ve araştırmalarıyla ilgili bilgi edinmek için  Ajans Psikoloji olarak siyaset bilimi alanında akademisyen olan Doç. Dr. Cengiz Erişen ile bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisi son yıllarda Türkiye’de ve yurt dışında gerçekleştirmiş olduğu çalışmalarının sonuçlarını bizimle paylaştı.

Uzman Psikolog Özge Erel: Siz bir siyaset bilimcisisiniz. Ancak siyaset bilimi psikoloji alanından da hem teorik hem pratik anlamda büyük ölçüde destek alan bir bilim dalı… Politik Psikoloji denilince aklımıza neler gelmeli?

Doç.Dr. Cengiz Erişen

Doç.Dr.Cengiz Erişen

Doç. Dr. Cengiz Erişen: Sorunuzu cevaplamadan önce disiplinle alakalı bir kaç önemli unsuru açıklamak istiyorum: Öncelikle, politik psikoloji yerine siyaset psikolojisi tanımının akademik açıdan daha doğru olduğunu belirtmek isterim. Her ne kadar disiplinin kendisi uluslararası akademik camiada “political psychology” olarak yer alsa da, İngilizceden çevirisi Türkçe’de daha çok politik psikoloji olarak kullanılagelmiş. Halbuki, siyaset psikolojisi denilmesinin içerik açısından daha doğru olduğu kanısındayım.

Ö.E.: O zaman bize siyaset psikolojisini biraz anlatabilir misiniz?

C. E.: Siyaset Bilimi birçok sosyal bilim alanının birleştiği bir disiplin olduğu için psikoloji disiplininden olduğu kadar sosyoloji, iktisat ve istatistik disiplinlerinden de teorik ve pratik birçok unsuru almaktadır. Bir anlamda, siyaset bilimi özünde, sosyal bilim disiplinlerinin hepsinden faydalanmış ve kendi bünyesinde birçok alt disiplin oluşturmuştur. Disiplinin sosyal bilimler içerisindeki yerini gözümüzde canlandırmak istersek bir piramiti düşünebiliriz. Bu piramitin alt basamaklarında temel bilimler (tarih, felsefe, matematik, fen bilimleri) olduğunu düşünürsek, bunların hemen üstünde sosyal bilimler arasından iktisat, sosyoloji, psikoloji gibi disiplinler dikkatimizi çeker. Bu disiplinlerin hemen üstündeyse yakın dönemde, özellikle 20. yy. içerisinde, büyük gelişme kaydeden siyaset bilimi yer alır. Bu nedenle piramitin en üst kısmında yer alarak siyaset bilimi alt basamaklardaki diğer temel disiplinlerden doğal olarak faydalanmış ve kendi alt disiplinlerini oluşturmuştur.

Bu bağlamda siyaset psikolojisi de siyaset bilimi disiplininde, ilk dönemde (1940-1960 arası) 2. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte liderlerin ve bireylerin anlaşılmasına yönelik kullanılmıştır. Siyaset psikolojisinin ilk araştırdığı konular arasında devlet liderlerinin kişiliklerinin anlaşılması ve psikanaliz büyük önem taşır. İkinci dönemde (1960-1980 arası) ise özellikle anket çalışmalarının artması ile siyaset psikolojisi içerisinde görgül çalışmalara önem verilmiştir. Bu dönem içerisinde siyasi tutumlar ve seçmen davranışı üzerine istatistiksel analizin de kullanılmasıyla çalışmaların yürütüldüğünü görmekteyiz. Özellikle rasyonaliteye bağlı olarak seçmenin nasıl oy verdiğine yönelik çalışmalar yapılmıştır. Üçüncü dönemde ise (1980-2000ler), rasyonel düşünceye karşı bir tepki olarak duyguların araştırmalarda yer aldığını görüyoruz. Bu dönemde yapılan çalışmalar siyasal iktisatın gösterdiği matematiksel modelleme ve rasyonalitenin eksik kısımlarının siyaset psikolojisinin sunacağı bakış açıları ile nasıl desteklenebileceğini göstermiştir. Özellikle deneysel yöntemler aracılığıyla sosyal psikoloji ve bilişsel psikoloji kuramlarının çeşitli başlıklarının bu dönemde siyaset psikolijisinin önemli çalışma alanları arasında yer aldığını görebiliriz. Dördüncü dönem olarak nitelendirilebilecek son 10 senede ise siyaset psikolojisi içerisinde genetik ve sinirbilim gibi temel bilim dallarındaki çalışmaların uygulamalarını da görüyoruz. Bu çalışmalar seçmenin oy verme davranışlarının genetik ve sinirsel altyapılarını araştırmaktadır.

Sorunuzu şimdi daha iyi cevaplayabileceğimi düşünerek şunu söyleyebilirim: siyaset psikolojisi denilince aklımıza siyasal güdülerin anlaşılması için birey odaklı çalışma gelmelidir. Bireylerin siyasal tutum, davranış ve kararlarını etkileyebilecek unsurların psikoloji disiplininde yer alan kuramlar aracılığıyla araştırılması ve sonuçların siyaset bilimine uygun bir şekilde sunulması, disiplinin amaçları arasında yer alır. Bu bağlamda siyaset psikolojisinin açıklamaya çalıştığı konular çoğunlukla siyaset bilimi içerisinde yer almaktadır. Fakat psikoloji disiplini içerisinden yapılan çalışmalardaysa siyaset içeriği her zaman bulunmak zorunda değildir ve farklı bir yaklaşım taşınabilir. Bu nedenle hangi açıdan bakıldığına göre de farklılıklarla karşılaşılabilir.

ID-10065861 (2)

Ö. E.: Sizin çalışmalarınız arasında psikolojik süreçlerin siyasetteki etkilerinin incelendiğini görüyoruz. Örneğin duyguların politik kararlarda belirleyici yönü ile ilgili bir araştırmanız bulunuyor. Bu araştırmada elde ettiğiniz bulgulardan en çarpıcı olanlarını bizimle paylaşabilir misiniz?

C. E.: 2013 yılında yayımlanan bir çalışmamda duyguların siyasal davranışı nasıl etkilediğini araştırdım. Bu çalışma daha geniş çerçevede yürüttüğüm bir projenin ilk adımı olarak tanımlanabilir ve daha önce ABD genelinde uygulanmış bir çalışmanın Türkiye’ye uyarlaması olarak düşünülebilir. Özünde, bu araştırma belirli duyguların (öfke, korku ve umut) siyasal davranışları ne derece etkilediklerini irdelemektedir. Bir deney aracılığıyla bireylerde uyandırılan öfke, nefret ve umut duygularının bireylerin Suriye dış politikası üzerindeki değerlendirmelerini nasıl etkilediğini araştırdım.

Çalışma içerisindeki beklentilerim öfke ve korkunun birbirinden farklı bir şekilde hareket etmesiydi. Yani, Suriye’deki çatışmalardan korku duyan bireylerin daha pasif politikaları desteklemesini; buna karşın bu çatışmalara karşı öfke taşıyan bireylerin ise daha aktif ve risk alan politikaları desteklemesini bekliyordum. Fakat bulduğum sonuçlardan biri, bu iki duygunun beklentilerden farklı olarak benzer tutumları desteklediğini gösterdi. Yani hem korku hem öfke duyan bireyler hükümetin politikalarına kontrol grubuna göre daha fazla destek verdi. Literatürdeki yaklaşım ise her ne kadar öfke ve korku iki negatif duygu olarak tanımlansa da davranışsal etkilerinin birbirlerinden farklı olacağıdır. Benim bulduğum sonuç bu bulguyla uyuşmazken negatif ve pozitif duyguların birbirinden ayrılmasının yeterli olduğunu savunan yaklaşımlara ise destek vermektedir.

Bu çalışmanın bir başka sonucu ise negatif duyguların çağrıştırıldığı bireylerin konu üzerine daha fazla bilgi alma isteği göstermiş olduğudur. Suriye’deki olaylar üzerine korku ve öfke duyan bireyler konu üzerine hem Meclis’te yapılan görüşmelerden daha fazla haberdar olmak istedi hem de hazırlanabilecek bir raporun kendilerine sunulmasını daha fazla talep etti. Bu sonuç da literatürde, duyguların siyasal ilgiyi nasıl etkileyebileceğine yönelik yürütülen çalışmalara katkı sağlamaktadır.

Son olarak belirtmem gerekir ki bu çalışmanın benzerilerinin yapılmasıyla sonuçlar üzerinden daha geniş bir değerlendirmenin ve akademik bilgi birikiminin gerçekleşmesi önemlidir. Ancak bu sayede sonuçların tutarlılığı ve bilimselliği kuvvetlendirilebilir.

european-flag-1367887-m

Ö. E.: Bir araştırmanızda ise Avrupa’da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusundaki görüşlerin nasıl etkilendiğini inceliyorsunuz. Bu çalışmanın sonuçlarından da biraz bahsedebilir misiniz? Kimlerin tutumları daha olumlu olma eğiliminde ve bu tutumları etkileyen faktörler neler?

C. E.: Bu çalışmamız da Mart 2014’te yayımlanacak. Bu çalışma, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin tek taraflı değil, farklı açılardan aynı anda değerlendirilmesini savunmaktadır. Bu yaklaşımın temel çıkış noktası bireylerin, objeler üzerinde aynı anda hem olumlu hem de olumsuz değerlendirmeler taşıyabileceğidir. Bizim savımız da AB üye ülkeleri vatandaşlarının Türkiye’nin AB üyeliği üzerindeki değerlendirmelerinin tek bir boyutta değil birden fazla boyutta incelenmesi gerektiğidir. Çalışmamızda bulduğumuz sonuç ise AB üye ülke komuoylarının Türkiye hakkında sadece olumlu ya da sadece olumsuz değerlendirmeleri olmadığıdır. Hem olumlu hem de olumsuz değerlendirmeleri olabilir ve bu durum da bireylerin ikilemde kalmasına ve çelişki içinde olmalarına sebep olmaktadır.

Bu çelişkilerden birini şu şekilde örneklendirebilirim: Yukarıda bahsettiğim gibi Türkiye’nin AB üyeliğinin sadece iktisadi ve güvenlik boyutu olmadığını fakat bu iki boyutun birbiriyle alakalı bir şekilde bireylerin tutumlarını etkilediğini düşünebiliriz. Yani, bireyler sadece Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda ekonomik açıdan AB’nin çok fazla yatırım yapması gerektiğini düşünmemektedir. Bu sürecin ulusal güvenlik açısından önemli bir parçası da bulunmaktadır. Türkiye 1952’den itibaren NATO üyesi olarak AB’nin güvenliğinin önemli bir parçası olmuştur. Bunun ötesinde Türkiye, konumu gereği AB’ye yönelik tehditler için önemli bir engel oluşturmuş ve AB güvenlik sürecine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu iki boyut aynı anda incelendiğinde ise bireylerin sadece olumlu ya da olumsuz düşündüğü sonucu çıkarılmamalıdır. Önemli olan her iki boyutun da aynı anda ele alınması ve varsa ortaya çıkan ikilemin bireylerin tutumlarında ne tür bir etki oluşturduğunun anlaşılmasıdır. Bizim çalışmamızda elde ettiğimiz sonuç ise, bireylerin Türkiye üzerinde taşıdığı ikilem (bir taraftan AB’ye katkı sağlayacakken diğer taraftan AB’ye yük getirebilmektedir) Türkiye’nin AB üyelik sürecine önemli katkı sağlamaktadır. Türkiye üzerinde daha fazla çelişki yaşadıkça bireyler Türkiye’nin AB üyeliğine  daha fazla destek vermektedirler. Bu sonuçtan yola çıkarak siyaset yapıcıların Türkiye’nin AB üyelik sürecini tek bir boyutta değil bir çok boyutta ele alarak sunmaları ve özellikle kamuoyunda olumlu duyguları kuvvetlendirecek şekilde politikalarını oluşturmalarının önemli olduğu görülüyor.

 Ö. E.: Bireylerin politik kararlarını verirken etkilendikleri çok fazla faktör var elbette. Özellikle Türkiye’de genel olarak seçmenlerin kararlarını verirken en etkili olan faktörler nelerdir?

C. E.: Bu konu üzerine yürütmekte olduğum çalışmalarımda bulduğum sonuçlar, temel güdülerin (örneğin, siyasi ideoloji ve demografik unsurların) yanında duyguların da Türkiye seçmeninin siyasi tutumlarını, düşüncelerini ve davranışlarını doğrudan ve kuvvetli bir şekide etkilediğidir. Bu noktada duygular ile kastedilen, liderlerin vatandaş üzerinde uyandırdığı duyguların temel güdü olarak nitelendirilen unsurlar kadar etkili olduğudur.

Ayrıca, siyaset psikolojisinin öne sürdüğü yaklaşımlar düşünüldüğünde çalışmalar bireysel unsurların sosyal ve grupsal bağlardan daha etkili olabildiğini göstermiştir. Örneğin etnik ve dini unsurların ötesinde, seçmenin medyadan aldığı mesajlar doğrultusunda hareket ettiği veya seçmenin siyasilere yönelik duyduğu güvene istinaden oy verme sürecinde farklı davrandığı gösterilmiştir. Henüz bu konular üzerine yeterli sayıda görgül çalışma yapılmadığı için ve özellikle deneysel yöntem kullanılmadığı için yeterli akademik literatürün olmadığını belirtmem gerekir. Ancak yapılacak çalışmaların bilimsel kalitesinin yükselmesi ve literatürde benzer konularda yapılacak çalışmalar ışığında daha tutarlı sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır.

ID-10042325 (2)

 Ö. E.: Bir de sosyal ağların ve ilişkilerin politik düşünceyi olumsuz etkilediğini gösteren bir çalışmanız var. Bu çalışmanızda tam olarak neler elde ettiğinizi ve sonuçları nasıl yorumladığınız öğrenebilir miyiz?

C. E.: Bu çalışmamız yakın dönemde oldukça hızla büyüyen, siyaset psikolojisi ile yakından alakalı bir araştırma alanı olan sosyal ağlar ile ilgilidir. Sosyal ağlar bildiğiniz gibi günümüzüde sosyal medyanın da etkisiyle bireylerin hayatlarına daha da kuvvetli bir şekilde yön vermektedir. Bizim çalışmamız, kişilerin, sosyal ağlarındaki bireylerin bir kısmıyla siyasi konularda çok sık görüşmesinin zamanla siyasi düşüncelerinin kalitesinin azalmasına sebep olduğunu göstermiştir. Bir anlamda kişiler kendilerini sosyal bir ‘balonun’ içine hapsederek siyasi konularda sıklıkla aynı insanlarla görüşmekte ve bu durum da kendilerinin siyaset hakkında ürettikleri düşüncelerinin kalitesini düşürmektedir. Yani, bireyler oluşturdukları sosyal ortamdaki kişilerden aldıkları bilgiler ile sınırlı bilgi alabilmekte ve farklı bakış açılarına veya fikirlere yönelik açıklıklarını kaybetmektedirler. Çünkü yarattıkları sosyal ağ kendilerine sadece seçilmiş bir tür bilgiyi sıkça görüştüğü insanlardan sunmakta, farklılıklara kapamakta bu durum da düşüncelerin kalitesine yansımaktadır. Bu sonucun davranışsal boyutu da yer almaktadır. Örneğin, sosyal ağındaki sınırlı kişilerle çok sık görüştüğünü söyleyen bireylerin siyasete daha az katıldığını görmekteyiz. Aynı şekilde bu durumun siyasal kararlar üzerinde de etkisi olduğunu düşünmekteyiz ve yakın zaman içerisinde bu bulguyla alakalı çalışmaların yayınlandığını görüyoruz.

Doç. Dr. Cengiz Erişen

Cengiz Erişen 2009 yılında Stony Brook Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktorasını tamamlamıştır. Şu anda, Doç. Dr. olarak TOBB Ekonomi ve Teknoloji Ünivesitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde çalışmaktadır. Araştırma alanları arasında siyaset psikolojisi, karşılaştırmalı siyasal davranış, deneysel yöntem, siyaset bilimi metodolojisi ve istatistik yer almaktadır. Çalışmaları, ulusal ve uluslararası bir çok dergide ve kitapta yayımlanmıştır.

Detaylar için kaynaklar

Erişen, C. (2013). The Political Psychology of Turkish Political Behavior: Introduction by the Special Issue Editor. Turkish Studies, 14(1): 1-12.

Erişen, C. (2013). Emotions as a Determinant in Turkish Political Behavior. Turkish Studies, 14(1): 115-135.

Erişen, E.  & Erişen, C. (2012). The Effect of Social Networks on the Quality of Political Thinking. Political Psychology, 33(6): 839-865.

Erişen, C.  & Erişen, E. (2014). Attitudinal Ambivalence Towards Turkey’s EU Membership. Journal of Common Market Studies, 52(2).

RelatedPost