Çocuklukta yaşanılan psikolojik sorunların bireyin gelecek yaşantısını derinden etkilediği yadsınamaz bir gerçek. Psikiyatrik sorunlarda erken yaşta alınan önlemler ve uygulanan tedavi yöntemleri ruh sağlığına büyük ölçüde katkı sağlıyor ve ileride sorun yaşama riskini azaltıyor. Çocuklukta ve ergenlikte rastlanılan psikiyatrik sorunların içeriği, belirtileri, kişide bıraktığı etkileri, tedavi ve müdahale yöntemleri, başta aileler olmak üzere pek çok kişiyi yakından ilgilendiren konuların başında geliyor. Biz de konuya açıklık getirmek adına, çocuk ve ergenlik döneminde yaşanılan psikiyatrik sorunlara dair pek çok soruya cevap almak üzere hem klinik hem de akademik anlamda önemli çalışmalar yapan bir uzmanla, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Murat Coşkun ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Psikolog Özge Erel: Çocuk ve ergen ruh sağlığı konusunda ailelerin titizlenmesi son yıllarda gözle görülür bir biçimde arttı. Öncelikle klinik deneyimlerinize ve yapılan araştırmalara dayanarak bize Türkiye’de çocuk ve ergenlerde rastlanan en yaygın psikiyatrik bozukluklar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Uzm. Dr. Murat Coşkun: Çocuk ve ergenlerde sıklıkla karşılaşılan psikiyatrik sorunlar açısından ülke ve/veya toplumlar arasında önemli bir farklılık yok aslında. Toplumda en sık bulunan hastalıklar doğal olarak çocuk psikiyatrisi kliniklerinde de sık karşılaşılan durumlar olmaktadır. Eğer soruyu psikiyatrik bozukluklar şeklinde düşünürsek, çocuk ve ergenlerde gerek toplum gerekse de klinikte en sık karşılan psikiyatrik bozuklukları kısaca dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, yıkıcı davranış bozuklukları (karşı olma karşı gelme bozukluğu ve davranış bozukluğu), anksiyete bozuklukları, depresyon, öğrenme bozuklukları, gelişimsel bozukluklar (zeka geriliği, otizm spektrum bozuklukları, dil gelişim bozuklukları) olarak söyleyebiliriz. Tabii çocuk ve ergenlerde bunların dışında çok daha farklı duygusal ve davranışsal sorunlar ortaya çıkabileceğini belirtmek gerekir. Bunlar bazen psikiyatrik bozukluk düzeyinde olmasa bile (örneğin ergenlik dönemi sorunları) çocuk ve ailenin hayatını ciddi olarak etkileyebilir.
Ö.E.: Günümüzde bu konuda, hakkında medyanın ve sinema, edebiyat gibi alanlarının da etkisiyle merak edilen psikiyatrik bozukluklardan biri şizofreni… Öncelikle şizofreni tanısına dair bilgi verebilir misiniz?
M.C.: Şizofreni, algı ve düşüncede birtakım anormalliklerin yanı sıra kişinin sosyal hayatını, davranışlarını ve öz-bakım becerilerini etkileyen ciddi ve kronik bir hastalıktır. Algısal anormallikler halüsinasyon, düşüncedeki anormallikler sanrı olarak tanımlanır. Halusinasyon gerçekte olmayan bir şeyler duymak ya da görmek gibi olurken; sanrılar gerçek dışı olan ve kişinin aksine ikna edilemediği düşüncelerdir. Bu sanrısal düşüncelerin takip edilmek veya izlenmek, öldürüleceğini düşünmek, bir yerlerden mesaj aldığına ya da insanların sürekli kendisi hakkında konuştuğuna inanmak gibi içerikleri olabilir. Herhalde şizofreniyi medyatik yapan daha çok bu yönü…
Şizofrenide halüsinasyon ve sanrıların yanı sıra, kişinin gerçeği değerlendirme yetisi bozulmakta (şizofreni psikotik bozukluk dediğimiz bir hastalık grubunun en önemlilerinden birisi; psikoz demek gerçeği değerlendirme yetisinin, gerçeklik algısının bozulması demek), içe kapanma, sosyal izolasyon, garip söz ve davranışların da olduğu bir hastalık. 18 yaşından önce başlaması halinde erken başlangıçlı şizofreni, 13 yaşından önce başlaması halinde çok erken başlangıçlı şizofreni tanımı kullanılır. Hastalığın başlangıcı ne kadar erkense hastalık o kadar ağır olmaktadır.
Ö.E.: Peki şizofreni çocuk ve ergenlerde ne kadar yaygın?
M.C.: Şizofreninin genel toplumda görülme sıklığı yüzde 1 civarındadır. Çocuk ve ergenlerde sıklığıyla ilgili net veriler olmasa da erişkinlere göre çok daha az görüldüğünü söyleyebiliriz.
Ö.E.: Peki, çocuk ve ergenlerde şizofreninin tedavisinde belirgin uygulamalar neler? Bir de tabi hHastalığın tedavisinde ne kadar etkili bu uygulamalar?
M.C.: Şizofreninin kesin bir tedavisi olmadığını ve çocukluk çağı şizofrenisinin en ağır psikiyatrik bozukluklardan birisi olduğu söyleyerek başlayalım. Erişkinlerde olduğu gibi çocuk ve ergenlerde de şizofreninin tedavisinde en önemli tedavi seçeneği antipsikotik ilaçlardır. İlaç tedavisi hastalık belirtilerini kontrol altına almada yardımcı olmakla birlikte, hastalığın entellektüel ve sosyal işlevlerde oluşturduğu yıkımı geri döndürmede pek etkili olmamaktadır. Bu noktada ilaç tedavisinin yanı sıra bu hastaların psikolojik ve sosyal rehabilitasyonları da çok önemlidir. Çocuk ve ergen hastalarda sosyal ve akademik işlevselliğin ve öz bakım becerilerinin olabildiğince korunması ve sürdürülmesi önemli tedavi amaçlarından birisidir.
Ö.E.: Türkiye’de bu uygulamalar konusunda ne durumdayız ve asıl merak ettiğim tanı almış kişiler bu tedavilerden ne ölçüde yararlanıyor?
M.C.: Bizim bu konuda bazı eksikliklerimizin yanı sıra güçlü yanlarımız da var. Şizofreni hastaları için çok önemli olan sosyal destek, kabul görme ve yardım edilme konusunda doğulu toplumlar gelişmiş batılı toplumlardan daha iyi bir durumda. Ama zengin ve gelişmiş ülkelerde bu hastalar için devletin veya kurumların sağladığı tedavi, rehabilitasyon ve bakım imkanları bizim ülkemizden daha iyi durumda. İlaç tedavisi açısından ise hemen hemen eşit şartlara sahibiz.
Ö.E.: Bir diğer üstünde durmak istediğim konu, ergenlikte en çok endişe edilen durumlardan biri olan intihar. Öncelikle intihar girişiminin yaygınlığı hakkında bilgi verebilir misiniz? ,
M.C.: Tabii bu sorunun cevabı uzun bir konu… Ama kısaca cevaplamaya çalışırsak; intihar derken intihar girişimiyle tamamlanmış intiharı ayırmak gerekir. İntihar girişimlerinin tamamlanmış intiharlardan çok daha fazla olduğunu söylemek mümkün. Bir kişide intihar girişimi sayısı arttıkça intiharla ölüm riski de belirgin olarak artıyor. Bir kez intihar girişiminde bulunan kişinin ikinci kez girişimde bulunma riski de benzer olarak artıyor. İntihar girişimlerinin yaygınlığını tam olarak bilmiyoruz. Çünkü bir çok girişimden adli veya tıbbi makamların haberi olmuyor bile. Ama intiharla ölüm sıklığına dair bir takım veriler var. Ülkemiz için söylersek 15–24 yaş arası genç nüfusta sıklık yüz bin kişide 4–5 kişi civarında. 15 yaş altı nüfusta ise daha az (yüz bin kişide bir kişiden daha az). Bizim genç nüfusumuzdaki intihar oranlarının gelişmiş ülkelerin birçoğundan çok önemli bir farkı var. Gelişmiş ülkelerde intiharla ölüm her yaş grubunda erkeklerde daha sık görülmektedir. Ama bizim ülkemizde intiharla ölüm genç nüfusta (24 yaş altı) kadınlarda daha sık görülmektedir.
Ö.Z.: Peki, nedenleri konusunda neler söyleyebilirsiniz?
M.C.: İntihar tek bir nedenle açıklanamayacak kadar karmaşık bir davranıştır. İntiharın başta psikiyatrik/psikolojik birçok nedeni olmakla birlikte bir takım sosyal/kültürel nedenleri de mevcut. Psikiyatrik nedenlerin başında depresyon ve madde kullanımı gelmekte… Sosyal/kültürel nedenler olarak ekonomik durum, eğitimsizlik, göç, işsizlik, kadınlara yönelik şiddet ve baskı gibi nedenler sayılabilir. Ülkemizde genç nüfusta kadınlarda intiharın daha sık görülmesinin en önemli nedenleri arasında genç kadınların yaşadığı aile baskısı, kültürel farklılık ve çatışmalar, travmatik duygusal ilişkiler ve eğitim düzeyinin düşük olması gibi etkenler mevcut.
İntiharla ölüm durumunda kesin bir sebepten bahsetmek çoğu zaman zordur. Fakat yapılan çalışmalar özellikle gençlerde psikiyatrik bozuklukların (fark edilememiş veya tedavi edilmeyen psikiyatrik bozukluklar), aile içi çatışmaların ve duygusal ilişkilerde yaşanan travmaların önemli olduğunu göstermekte.
Ö. Z.: Peki intihar girişiminde bulunan gençlerin özelliklerine baktığımızda ayırt edici bazi özelliklerden söz etmek mümkün mü?
M. C.: İntihar girişiminde bulunan ergenlerin hepsi için geçerli ortak bir özellikten bahsetmek zor. Ama şunu biliyoruz; ergenlik dönemindeki intihar girişimlerinin büyük bir kısmı kararlı bir ölüm amacı olmadan dürtüsel ve tepkisel bir şekilde, intikam almak ya da dikkat çekmek için yapılmış ya da bütünüyle manipulatif amaçlı olabilir. Nedeni ne olursa olsun ergenlikteki intihar girişimleri ciddiye alınmalıdır. İntihar girişiminde bulunan ergenin her ne kadar ölmek gibi bir amacı olmasa da, girişimin nasıl sonuçlanacağının garantisi yoktur. Diğer taraftan bir kez girişimde bulununca devamı gelme olasılığı çok yüksek.
Burada bir ergen neden böyle bir şey yapma, kendi hayatına kastetme gereği ya da ihtiyacı duyar sorusu akla geliyor. Tabii bu sorunun cevabını iyi anlamak için ergenlikte beynimizde, kişiliğimizde, duygu, düşünce ve davranışlarımızda meydana gelen değişiklikleri de iyi bilmek gerekir. Ergenlerde intihar girişimini tetikleyen en sık neden ya aile içi bir çatışma ya da kriz ya da sosyal ilişkilerde (özellikler de duygusal ilişkilerde) yaşanan olumsuzluklar, terkedilmeler, çatışmalar olmaktadır. Böyle bir kriz halinde bir ergen pek düşünüp taşınmadan dürtüsel bir şekilde intihara kalkışabilir. Tabi her ergenin böyle bir şeye başvurmadığı açık… Burada ergenin birtakım kişilik özellikleri, baş etme ve sorun çözme becerileri, sağlıklı bir aile ve sosyal çevreye sahip olup olmaması gibi nedenler bu girişimi belirleyen önemli faktörler diyebiliriz.
Ö.E.: İntihar teşebbüsünde bulunmuş ama başarılı olamamış gençlerle ilgili ne gibi psikolojik çalışmalar yapılıyor ve tabi yapılması gerekir?
M.C.: Tabii aslında ülke olarak bir intihar koruma ve önleme ve rehabilitasyon programı çalışmamız yok maalesef. Yukarda da belirttiğimiz gibi ergenlerde intihar girişimi tekrarlayabilen bir durumdur ve her girişim sonrası intiharla ölüm riski de artmaktadır. Böyle bir durumda bu gençlere yönelik etkin bir program olması gerekir ama bildiğim kadarıyla ülkemizde henüz bu noktaya gelemedik. Bu açıdan risk altındaki ergenlerin belirlenmesi ve bunlara ulaşılması, intihar düşüncesi olanların ulaşabilecekleri yardım merkezleri ve yardım hatları, bunların psikolojik rehabilitasyonu gibi birçok yönü olan bir konu. Bu söylediklerim toplum ve devlet boyutunda olması gerekenler. Klinik olarak bizim yaptığımız işin bir kaç boyutu var. Öncelikle psikiyatrik açıdan tedavi gerektiren bir durum varsa, ki çoğunlukla vardır, bunun tedavisini yapmak gerekir. Diğer taraftan intihar girişimini tetikleyen veya katkıda bulunan sosyal ve çevresel etkenlerin tanımlanması ve bunlarla ilgili gerekli adımların atılması gerekir. Bir diğer önemli nokta ergenin yaşadığı sorunlarla baş etme, sorun çözme gibi yaşam becerilerini artırmak ve güçlendirmektir.
Ö.E.: Şizofreni ve intihar dışında genel olarak birkaç soru sormak istiyorum. Aileleri çocukları için klinik başvurulara taşıyan nedenlerden birisi psikosomatik, bedensel belirtiler… Çocukların psikosomatik yakınmalarının altında yatan en sık gözlemlediğiniz psikolojik etmenler nedir?
M.C.: Basitçe açıklamak gerekirse psikosomatik demek psikolojik nedenlerle ortaya çıkan, her hangi fiziksel bir hastalıkla ya da sorunla ilişkili olmayan bedensel şikâyetlerdir (örneğin çocuklarda sık karşılaşılan karın ağrısı ya da baş ağrısı gibi). Psikosomatik şikâyetler birçok sosyal/çevresel ya da psikolojik etkenle ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Çocuklardaysa çoğunlukla aile içi sorunlar, okul sorunları, yaşıtlar arası ilişkilerde yaşanılan sorunlar psikosomatik yakınmaların en sık nedenleridir. Tabi bu tür sorunları olan her çocukta psikosomatik yakınma olur diyemeyiz. Burada çocuğun karakter ve mizaç olarak böyle bir yakınmanın ortaya çıkışını kolaylaştıracak özellikte olması da çok önemli bir nedendir. Örneğin aşırı kaygılı ve endişeli çocuklar psikosomatik yakınmalara oldukça yatkındırlar.
Ö.E.: Son olarak, insanların psikiyatrik bozuklularla ilgili düşünceleri ve tedaviye yaklaşımları son yıllarda ne gibi değişiklikler gösterdi? Çocuklarda bulunan psikiyatrik hastalıklara toplumun bakış açısı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
M.C.: Psikiyatrik bozukluklar ya da psikiyatrik bozukluğu olan kişiler hemen her toplumda az ya da çok ‘etiketlenme’ dediğimiz durumla karşı karşıya kalabilmektedir. Bizim toplumuzda da maalesef psikiyatrik bozukluklar ilgili yanlış düşünce ve inanışlar oldukça yaygın görülebilmekte. Fakat toplumum eğitim ve sosyokültürel düzeyi arttıkça bu konuda da daha iyi bir noktaya doğru gidilmekte. Ama maalesef bu konudaki yanlış ve çarpık düşüncelerden (kendisinin ya da etrafının) dolayı tedavi almayan ya da alamayan hala çok sayıda insan var. Tabi biz her fırsatta topluma ve hastalarımıza psikiyatrik bozuklukların da diğer tıbbi hastalıklar gibi insan olmamızın tabii bir sonucu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Çocuklarda psikiyatrik sorunların fark edilmesi ve kabullenilmesi geçmişte de günümüzde de önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Ama zaman içinde bu konuda da bir ilerleme gösterdiğimiz açık. Çocukların psikiyatrik sorunu olamayacağına inanan insanlar yok değil ama artık ailelerin bu konuyla ilgili danışabilecekleri kaynak ya da uzman insanlara ulaşma şansı daha fazla. Zaten birçok aile çocuklarındaki sorunları bizzat yaşayarak görüyor ve anlıyor. Buradaki temel sorunlardan birisi insanların psikiyatrik bozukluklara yükledikleri yanlış anlam aslında. Psikiyatrik bozukluğu bir çeşit delilik gibi anlayan insanlar olabilir. Ama örneğin dikkat eksikliği olan bir çocuk psikiyatrik sorunu olan bir çocuktur ve bu durumun delilikle hiçbir ilişkisi yoktur. Psikiyatrik bozuklukları bir şekilde zihinsel (beyinsel) işlevlerimizde yaşadığımız sorunlar gibi düşünebiliriz. Tabi ki insanın zihinsel işlevleri çok karmaşık bir süreçtir ve birçok faktörden (örneğin çevresel şartlar, yeme içme, günlük yaşam sıkıntıları gibi) etkilenmeye açıktır. Diğer taraftan çocuğunda psikiyatrik bozukluk olduğu düşüncesi birçok aile için ilk başta kabul etmesi zor bir durum olabilir. Ama tedavi edilebilecek bir sorunu sırf bu nedenden dolayı ertelemek ya da ihmal etmek aslında çocuğumuza haksızlık etmektir.
2003 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (İngilizce bölümü)’nden tıp doktoru unvanı, 2009 yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana bilim dalından Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanı unvanını aldı. Uluslar arası hakemli bilimsel dergilerde yayınlanmış çok sayıda bilimsel makalesi, uluslararası bilim ödülleri, kitap çevirileri ve kitap bölüm yazarlığı bulunmaktadır. Ocak 2010- Mart 2012 tarihleri arasındaki zorunlu devlet hizmetinin ardından Mart 2012 tarihinden beri İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalında akademisyen olarak görevine devam ediyor.
Coşkun, M., & Zoroğlu, S.S. (2008). Çok Erken Başlangıçlı Şizofreni: Bir Olgu Sunumu. Nöropsikiyatri Arşivi, 45, 142-147.
Coşkun, M., & Zoroğlu, S.S. (2009). Hastane Yatışı ve Girişimsel Tıbbi İşlemler Sonrasında Gelişen Disosiyatif Bozukluk: Bir Pediatrik Olgu Sunumu. Nöropsikiyatri Arşivi, 46, 30-33.
Coşkun, M., Zoroğlu, S. S., & Öztürk, M. (2010). Pediatrik Bipolar Bozukluk Etiyolojisinde Genetik ve Nörobiyolojik Faktörler. Klinik Psikofarmakoioji Bülteni, 20, 101-108.
Coşkun, M., Zoroğlu, S.S., & Ghaziuddin, N. (2012). Suicide Rates among Turkish and American Youth: A Cross-Cultural Comparison, Archives of Suicide Research, 16:1, 59-72.