Stres, son yıllarda çok sık duyduğumuz, günlük dilimize artık iyice yerleşen, genelde olumsuz duygu ve düşünceler uyandıran bir kavram. Belirli bir seviyenin üstündeki stres, kişinin çevreyle uyumunu bozararak kapasitesini zorlayabiliyor. Stres, öncelikle kişinin psikolojik ve fiziksel sağlığı olmak üzere bir çok alanda etkisini gösteriyor. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre pek çok ülkede normal seviyenin üstünde stres yaşayan insan sayısı oldukça fazla. Türkiye’de de stresli yaşantıların yaygın olduğunu biliyoruz. Bu konuda çok fazla şey yazılıp çiziliyor ve insanlar zaman zaman yanlış bilgiler edinebiliyor. Biz de stresin gerçekten ne olduğunu, etkilerini, stresle baş etmede psikolojik destek sürecini ve stresle başa çıkmak için yapılabilecekleri doğru şekilde anlamak için bu alanda uzmanlaşmış biriyle, Klinik Psikolog Dr. Özge Mergen ile bir sohbet gerçekleştirdik. Mergen, ODTÜ’de “Stres ve Başa Çıkma” isimli bir ders veriyor, aynı zamanda Ankara’da danışanlara psikoterapi hizmeti sunuyor. Bakın kendisi bize stresle ilgili neler anlatıyor.
Dr. Özge Mergen: Bu çok doğru bir soru, zira her güç yaşantının stres olarak algılanması gibi pek de doğru olmayan genel bir eğilim dikkatimi çekiyor. Sanılanın aksine, her güç yaşantı bir stres kaynağı olabileceği gibi stres yaşantısıyla sonlanmayabilir. Stres bir durumdur ve baş etme becerilerimiz, karşılaştığımız güçlükleri ele almaya yetmediğinde ortaya çıkar. Yani hayatta birçok güçlükle karşılaşıyorsam ve hepsiyle başa çıkabiliyorsam stres içinde olduğum söylenemez. Bunun tam tersine hayatımda sürekli olarak stres kaynaklarıyla karşı karşıyaysam ve pek çoğuyla başa çıkamıyorsam, o zaman yaşamımda kronik stresin varlığından söz edebiliriz.
Stres, kendini birtakım belirtilerle belli eder. Bu belirtiler fiziksel ya da psikolojik olabilir. Stresin fiziksel belirtileri arasında çarpıntı, baş dönmesi, ağrılar, yüksek kolesterol ya da tekrarlayan psikosomatik hastalıklar sayılabilir. Stresin psikolojik belirtileri ise üzüntü, kaygı ya da öfke gibi duygular olabilir. Bu tip belirtiler bir arada görülüyorsa, belirtilerin sıklığı ve şiddeti artarak devam ediyorsa, o zaman yaşantıları gözden geçirmekte fayda var diyebiliriz.
Ö.E.: Klinik tecrübelerinize dayanarak danışanlarınızın en çok hangi durumlarla ilgili stres yaşadığını söyleyebilirsiniz?
Ö. M.: Bu aralar sıklıkla iş yerinde stres şikayetleri dinliyorum. Mobbinge (iş yerinde zorbalık) maruz kalan ve bununla baş etmekte güçlük çeken danışanlarımın çoğunlukta olduğu bir dönem diyebiliriz. Bununla birlikte romantik ilişkilerde yaşanan problemlerle baş etmeye yönelik sorunlar da sık sık karşıma çıkıyor.
Ö.E.: Peki insanlar yaşamlarındaki stres seviyesinin profesyonel yardım almayı gerektirecek seviyede olduğunu nasıl anlayabilir? Bunun için hangi ipuçlarından yararlanabilirler?
Ö. M.: Stres düzeyinin arttığına dair ipuçları kendini öncelikle bedende gösterir. Yorgunluk, halsizlik, çarpıntı, baş dönmesi, özellikle baş-boyun-omuz ve mide ağrıları, yüksek kolesterol ya da unutkanlık ve dikkat dağınıklığı bu ipuçlarından biri veya birkaçı olabilir. Bununla birlikte isteksizlik, yapılan aktivitelerden zevk alamama, üzüntü, kaygı ya da öfke gibi yaşantılarla tanımlanamayan iç sıkıntılar da ruhsal ipuçları olarak belirtilebilir. Bu tip belirtiler bir arada görülüyorsa, belirtilerin sıklığı ve şiddeti artarak devam ediyorsa, o zaman yaşantıları gözden geçirmekte ve profesyonel yardım almakta fayda var diyebiliriz.
Ö.E.: Bazı kavramlar popüler oldukça yanlış bilgiler de çabucak yaygınlaşabiliyor. Sizin danışanlarınızda tespit ettiğiniz stresle ilgili doğru bilinen yanlış düşünceler var mı?
Ö.M.: İlk sırada stresin bir duygu olduğu inanışı yer alıyor diyebilirim. Hâlbuki stres bir duygu değil baş edememe durumu. Böyle bir durumda kişiler üzüntü, kaygı ya da öfke gibi duygular hissedebilirler.
İkinci olarak stres kaynağının büyük bir yaşamsal olay olacağına dair bir beklenti dikkatimi çekiyor. Oysa yapılan araştırmalar gösteriyor ki baş edemediğimiz ufak tefek günlük zorluklar bir birikim yaratarak sonuçları daha yıkıcı olan stres yaşantılarına dönüşebiliyor. Yani her sabah trafik sıkışıklığıyla, bir toplantının benim kontrolümde olmadan ertelenmesiyle, eşim ve çocuklarımla iletişimde yaşadığım güçlüklerle sürekli olarak baş edemiyorsam; bu birikimle en az deprem, kayıplar ya da iflas gibi büyük yaşantılarda olduğu kadar stres belirtisi ortaya çıkabilir.
Son olarak, stres karşısında hep güçlü olunmalı bilgisi doğru sanılıyor diyebilirim. Tabi ki bir stres kaynağıyla baş edebilmek bize iyi gelir; ancak bunu hiç bir duygu hissetmeden yapmak şartıyla yola çıkmak, görmezden geldiğimiz duyguların bastırılmasına ve kontrolsüz bir şekilde beklemediğimiz bir anda ortaya çıkmasına sebep olur. Bu yüzden stresin psikolojik sonucu hangi duygu olursa olsun o duyguyu yaşamakta ve onu anlayarak aşmaya çalışmakta fayda var. Unutulmamalı ki “duygusal olarak hiç zorlanmamalıyım” dayatmasıyla yola çıkmak da bir stres kaynağıdır.
Ö.E.: Peki Türkiye’de stresle başa çıkmak için insanların genelde başvurduğu olumlu ve olumsuz yöntemler neler?
Ö.M.: Bu durumda işlevsel olan ve olmayan başa çıkma yöntemlerinden söz edebiliriz. Biliyoruz ki hiç bir yöntem her durumda işlevsel ya da her durumda işlevsiz değildir. Her yöntemin işe yarayacağı bir durum mutlaka vardır. Örneğin üzerinde kontrolüm olmayan durumlarda kaderci bir anlayış, durumu kabul etmemi kolaylaştırabilir; ya da benim değiştirebileceğim bir şey varsa problem çözme odaklı bir yaklaşım daha net sonuçlar verebilir.
Benim son zamanlarda en çok duyduğum yöntem, kişinin değiştirebilecekleri olsa bile evrene bir takım mesajlar göndermesi. Bunun da kaderciliğin bir türü olduğunu söylemek ve yapabileceklerimizin sorumluluğunu almadan kaderci olmanın işlevsel olmayacağını eklemek doğru olabilir. Bunlara ek olarak kaçınma ve inkar da stres kaynaklarıyla karşılaşıldığında en sık kullanılan baş etme becerilerinden. Tabi ki bunlar da doğru yerde kullanıldıklarında işlevseller, uygun olmayan yerde denendiklerinde de işlevsizler.
Ö.E.: Gelelim bu alandaki profesyonel psikolojik desteğe. Dünyada ve ülkemizde stresle baş etmek amacıyla kullanılan en etkili psikoterapi yöntemleri nelerdir ve siz nasıl bir yaklaşım izliyorsunuz?
Ö.M.: Literatüre bakıldığında manzara, kanıta dayalı terapilerin güçlü davranış değişiklikleri sağladığı yönünde. Bu tür müdahaleler temelde Bilişsel Davranışçı Terapiler’de kullanılıyor. Bununla birlikte Albert Ellis’in kuramını oluşturduğu gene kanıta dayalı temellere dayanan Düşünsel Duygulanımcı Davranış Terapileri de son zamanlarda stres konusunda önemli ve kalıcı sonuçlar veriyor. Son olarak Geştalt Terapi’nin de her türlü başa çıkma ve bu konulardaki kişisel farkındalığı artırma konusunda işe yararlığı ve etkililiği belirtilebilir.
Ben de gelen soruna ve kişiye uygunluğuna göre bu ekollerden birini seçiyorum; ancak son yıllarda ağırlıklı olarak Geştalt Terapi ekolüne bağlı çalıştığımı söyleyebilirim.
Ö.E.: Peki stres seviyemizi alt seviyelerde tutmak ve stres yaşadığımızda bununla etkili bir şekilde başa çıkmak için neler önerebilirsiniz?
Ö.M.: Stres tek tek yöntemler uygulamaktan ziyade yaşayışımızı tüm alanlarıyla birlikte gözden geçirip uygun değişiklikleri yapmakla baş edilebilen bir sıkıntı. Bu bilgi göz önünde bulundurularak genel başlıklar halinde iki tür öneri yapabilirim. Bunlardan ilki, eğer elimizdeyse stres kaynağını ortadan kaldırmak ya da onu yönetmek olabilir. Örneğin, işiniz çok ve zamanlamayla ilgili sıkıntılarınız varsa, yapacaklarınızı parçalara bölmek, uygulanabilecek kısa vadeli planlar hazırlamak ya da beslenmeye, yeteri kadar dinlenmeye özen göstermek, gürültülü ortamlardan mümkün olduğunca uzak durmak, fiziksel egzersizi hayatınıza sokmak, bu ilk grupta yapılabilecekler arasında sayılabilir.
Stres çoğu zaman değiştiremeyeceğimiz şeyleri mutlaka kontrol etmeye çalıştığımızda da ortaya çıkar. İkinci grup öneri de bu durumda kontrolü elimizde olmayan stres kaynaklarına, bakış açımızı değiştirerek yaklaşmak olabilir. Örneğin, ağır bir trafik ortadan kaldırabileceğimiz bir stres kaynağı değil; ancak trafik yoğunlaşmadan evden çıkmak yapabileceğimiz ufak bir değişiklik. Benzer şekilde iletişimde olduğumuz insanların duygu ve düşüncelerini kontrol etmeyi bırakarak başka neler yapabileceğimize bakmak da iyi bir yöntem olabilir. Bu ve benzeri örnekler elbette çoğaltılabilir; ancak stresin her koşulda bir bütün olarak ele alınması gerektiği bilgisinin gözden çıkarılmamaması gerektiğini düşünüyorum.
Ö. E.: Bu konuda bireysel farklılıkların önemli olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ö. M.: Doktora tezimde stresle başa çıkma ve kişilik özellikleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştım. Bulduğum sonuçlar insanların kişilik yapılarına uygun baş etme yönteminin uygun durumlarda en iyi sonuçları verdiği yönünde. Bu durumda kullanılan baş etme yöntemi bireysel olarak farklılık göstermeli. Klinik gözlemim de durumun bu yönde olduğunu destekliyor. İnsanlar kişiliklerinin oluştuğu ailelerde hangi yöntemi öğreniyorlarsa o yöntemi kullanmaya devam ediyorlar ve stres kaynaklarıyla karşılaştıklarında bireysel olarak farklı tepkiler veriyorlar.
Dr. Özge Mergen
Dr. Özge Mergen, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Psikoloji alanında lisans, Klinik Psikoloji alanında Yüksek Lisans ve Doktora derecelerine sahip. Klinik uygulamalarında ağırlıklı olarak bilişsel-davranışçı ekolde eğitim almış ve aynı ekolde formasyona sahip süpervizörlerle çocuk, ergen ve bireysel psikoterapiler üzerine çalışmıştır. Özellikle Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite Bozukluğu, Uyum, Mutluluk, Stres ve Başa Çıkma konularında çalışmaları bulunmaktadır. Sistematik Aile Terapisi ve Düşünsel Duygulanımcı Davranış Terapisi eğitimleri de almıştır ve bu ekollere bağlı olarak danışanlarına destek vermektedir. Buna ek olarak Geştalt Terapi Derneği’nin vermekte olduğu dört yıllık Geştalt Terapi Eğitimine devam etmektedir. Dr. Özge Mergen ODTÜ Klinik Psikoloji Ünitesi, Başkent Üniversitesi Hastanesi ve Özel Boylam Psikiyatri Hastanesi ve Poliklinikleri’nde görev yapmıştır. Halen Özge Mergen Bireysel ve Kurumsal Gelişim Merkezi’nde danışanlarına psikoterapi hizmeti vermeye devam etmekte, ODTÜ’de Stres ve Başa Çıkma isimli bir ders vermektedir.