Üzerinde düşündüğünüz ve araştırmalar yaptığınız konuların ya da özellikle kavramların öncelikle sözlük tanımlarına bakmak iyi bir çıkış noktasıdır. Her ne kadar özellikle de gündelik yaşantılarımıza dair kavramların ne anlama geldiklerini bilsek de, sözlük tanımlarıyla yüzleşmek ayrı bir deneyimdir ve hatta bazen farklı bakış açıları bile sunabilir. Ölüm, daha küçücük yaşlarda her insanın yüzleştiği ya da farkındalığını yaşadığı değiştirilemez ya da engellenemez bir gerçek. Ne de olsa biz insanlar, doğduğumuz andan itibaren ölmeye de mahkumuz, diğer tüm canlılar gibi.

 

Ölüm Nedir? Sözlüğe baktığınızda şu tanım çıkacaktır karşınıza: (1) insan, hayvan, bitki gibi herhangi bir canlının yaşamının tam ve kesin bir biçimde sona ermesi, (2) ortadan kalkmak, yok olmak ya da sona ermek.

“Ölüm” kelimesinin kökenini ise eski Türk yazıtlarında bulmak mümkün. Yedinci ve onüçüncü yüzyıllar arasındaki yazılı edebiyatta kullanılan Eski Türkçe’nin örnekleri olan Göktürk, Uygur ve Karahanlılar’a ait metinlerin neredeyse tümünde “ölüm” kelimesi yer alır. Örneğin, günümüz Türkçesi’nde kullandığımız “ölmek” kelimesi Göktürkler’e ait Orhun Yazıtları’nda “kergek bol- (gerek olmak)”, “uça bar- (uçmak)” ve “yok bol- (yok olmak)” şeklinde; Uygur Türkçesi’nde “ölüm” kelimesi yine “ölüm” ve “ölümlü” kelimesi “ölümlüg” şeklinde; Yusuf Has Hacib’in Karahanlı Devleti’nin hükümdarına adadığı Kutadgu Bilig eserinde ise “ölüm” kelimesi yine “ölüm” ve “kerek bol- (gerek olmak)” şeklinde ifade edilmiştir.

Tüm bu sözlük tanımları ve etimolojik köklerinin yanı sıra “ölüm” kavramına, insanlık tarihi boyunca çeşitli kültürler ve toplumlar tarafından farklı anlamlar yüklenmiştir ve atfedilen bu anlamlar çerçevesinde birtakım gelenekler ve kültürel davranış kalıpları da oluşmuştur. Örneğin; Batı ülkelerinin çoğunda 31 Ekim’de gerçekleştirilen “Cadılar Bayramı (Halloween)” kutlamalarının kaynağı, antik bir kabile olan Kelt paganlarına ait antik bir gelenektir. Keltler, sonbahar mevsiminin son günü ve kış mevsiminin ilk günü olarak kabul ettikleri 31 Ekim gününün, aynı zamanda yaşayanların dünyası ile ölülerin dünyası arasındaki sınırların yok olduğu ya da kapıların açıldığı gün olduğuna inanmışlardır. Hastalığı ve kötülüğü yaşayanların dünyasına getiren bu günde Keltler, kıyafetleri ile “ölü” gibi görünmeye ve ateş yakmak gibi birtakım etkinlikleri ile “ölüler” gibi davranmaya çalışarak kendilerini ölüler dünyasının kötülüklerinden korumaya çalışmışlardır. Meksikalılar tarafından 1-2 Kasım’da kutlanan “Ölüler Günü (Dia De Los Muertos)” ise, aile bireylerinin ve arkadaşların bir araya gelerek ölmüş yakınlarını andıkları ve onlar için dua ettikleri bir bayramdır.

Bu örneklerin dışında, Türk kültüründe de bireylerin ölümle yüzleştikleri ve ölmüş yakınlarını andıkları özel günler bulunur. Bunun en iyi örneği, insanların mezarlık ziyareti yaparak ölmüş yakınları için dua ettikleri dini bayramlardır. Özellikle İslam ve Hristiyanlık gibi semavi inanç sistemlerinde “ölüm”, bedenin ölmesini, ruhun ise ebediyete ulaşmasını ifade eder; başka bir ifadeyle, ölümlü olan bedendir, ruh ise ölümsüzdür. Cennet ve cehennem inancı, ruhun ölümsüzlüğünü vurgular. Farklı dini inanç sistemleri ve bu sistemleri diğer kültürel unsurlara da aktaran farklı toplumlar, “ölüm”e çeşitli anlamlar atfeder ve kimi zaman da “ölüm”ü farklı metaforlarla tanımlarlar. Örneğin; 13. yüzyılda yaşamış ve hem Anadolu filozoflarından hem de İslam sufilerinden olan Mevlana, “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” sözüyle özetlediği barış ve hoşgörü öğretisi ile “ölüm” kavramını vurgulamıştır. Ölümü, bu hayattan ayrılma ve sozsuz hayata ulaşma olarak gören Mevlana, zamandan ve mekandan bağımsız olan ruhun ölümsüz olduğunu ifade ederek “ölüm”ü aynı zamanda bir “buluşma/kavuşma” olarak tanımlamıştır. Kendi ölümünü ise “düğün günü (şeb-i arûs, Farsça)” olarak değerlendirmiştir.

 

Psikoloji alanında ise “ölüm” kavramı, 1950’lerin sonlarına doğru mercek altına alınmaya başlanmıştır ve kavrama yönelik ilgi, AIDS, terörizm ve nükleer silahlanma gibi evrensel tehditlerin artış gösterdiği bu dönemde gelişmiştir. Feifel, insanların gelişim süreçleri ve kültür içerisinde ölüm kavramı üzerine bir bilinç geliştirdiklerini ve ölüm kavramının anlamının hem bireyler arasında hem de bir bireyin kendi içerisinde çeşitlendiğini belirtir. İnsanlar, özellikle soyut ve tanımlaması zor olan kavramlar hakkındaki düşüncelerini ve duygularını anlatabilmek için metaforik ifadeler kullanırlar. Ölüm de, hem soyut hem de belirsiz olduğu için, daha çok metaforlarla ifade edilmeye çalışılmıştır.

Bazı araştırmacılar, “ölüm”ün bireylerin anlam dünyasında neyi ifade ettiğini keşfetmeye ve bu anlamların “ölüm korkusu” gibi diğer kavramlarla olan ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalıştıkları çalışmalarında, zaman zaman metaforları kullanmayı tercih etmişlerdir. Psikoloji alanında “ölüm metaforları”na yönelik yapılan araştırmalara baktığımızda, ölüm kavramının metaforik ifadelerinin öncelikle iki şekilde sınıflandırıldığı görülür: (1) olumlu ve (2) olumsuz metaforlar.

Ancak görünen o ki, ölüm, “iyi” ve “kötü” arasında değişen basit, iki uçlu bir kavram değildir. Bu nedenle de her zaman aklımızın bir köşesinde belki de şu düşünce varlığını sürdürmeli: Öldüğümüz zaman pek çok şey kaybedeceğiz ve dolayısıyla dehşete kapılmakta haklıyız.

Doğduğumuz andan itibaren, ölmeye mahkumuz.

 

 

Detaylar için kaynaklar

Brandes, S. (1998). The day of the dead, Halloween, and the quest for Mexican national identity. Journal of American Folklore, 111(442), 359-380.
Caferoğlu, A. (1993). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü (3. baskı). İstanbul: Enderun Kitabevi.
Ergin, M. (1995). Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Feifel, H. (1969). Attitudes toward death: A psychological perspective. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 33(3), 292-295.
Feifel, H. (1990). Psychology and death: Meaningful rediscovery. American Psychologist, 45(4), 537-543.
Neimeyer, R. A., Wittkowski, J. ve Moser, R. P. (2004). Psychological research on death attitudes: An overview and evoluation. Death Studies, 28, 309-340.
Şenocak, E. (2001). Göktürk yazıtlarında Türk halk edebiyatı unsurları. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(2), 165-176.

 

Yazar Notu: Bu yazı, yazarın doktora yeterlik çalışmasının bir kısmını içermektedir.

RelatedPost