Oku öncesi eğitim, çocukların fiziksel, kişisel, duygusal ve sosyal açıdan gelişimleri için oldukça önemli bir süreç. Bunun nedenlerinden biri, ergenlik ve yetişkinlikteki kişilik özellikleri, çeşitli davranış kalıpları ve tutumların şekillenmesinde okul öncesi dönem yaşantılarının kritik bir öneme sahip olması. Örneğin çocuklukta karşılaşılan travmatik olaylar, sonraki yıllarda da etkisini sürdürebiliyor. Bunlardan biri de deprem. Ülkemizde de sıkça karşılaşılan bu doğal felakete maruz kalan ve hayatta kalmayı başaran pek çok kişi, ruhsal açıdan oldukça fazla zarar görebiliyor. Okul öncesi eğitim alanında araştırmalar yapan akademisyen Yrd. Doç. Dr. Elif Çelebi Öncü bize, okul öncesi dönem çocuklarıyla çalışırken ve onların yaşantılarını, deprem gibi felaketlerden nasıl etkilendklerini anlamak için kullandığı farklı yöntemlerden ve araştırma sonuçlarından bahsederek oldukça önemli bilgiler aktardı.
Selda Koydemir: Çocukların, özellikle de okul öncesi dönem çocuklarının duygusal süreçlerini anlamak için projektif tekniklerden; örneğin hikaye anlatımları, oyunlar, yaratıcı ve sanatsal etkinliklerden yararlanıyorsunuz. Çocuklarla yaptığınız araştırmalarda kullandığınız bu tekniklerden biraz bahsedebilir misiniz?
Elif Çelebi Öncü: Okul öncesi dönem çocukları için oyun ve sanat etkinlikleri hem eğlenceli hem onları eğitici hem de duygularını ifade etmede yardımcı önemli etkinliklerdendir. Okul öncesi yaşlarındaki çocuklar özellikle duygusal olarak kendilerini oyun, sanat ya da öyküler yoluyla çok daha kolaylıkla ifade edebilirler. Bunun nedenleri arasında da bu dönemdeki çocukların dil gelişimlerinin ve kelime dağarcıklarının yeterli olmayışı ve kendilerini sözel olarak ifade etmek istememeleri sayılabilir. Çocuklar projektif yöntemler olarak adlandırılan bu yöntemler aracılığıyla gizil duygu ve düşüncelerini bizlere aktarabilirler.
S. K. Siz bu tekniklerden yararlanarak 1999 yılında Marmara depremini yaşamış okul öncesi dönemdeki çocukların uzun dönemde nasıl etkilendiğini incelediniz. Bu araştırmanız kapsamında çocuklarla tam olarak nasıl bir çalışma gerçekleştirdiniz?
E. Ç. Ö.: Ben de Gölcük depremini yaşamış bir depremzede olarak depremin kendi üzerimde bıraktığı izleri taşıyordum ve okul öncesi dönem çocuklarının yaşadıkları olayları anlamlandıramayacaklarını düşünerek bir kaç çalışma yapmaya karar verdim; bunu hocalarım Prof. Dr. Meziyet Arı ve Prof. Dr. Berrin Akman ile paylaştım. Öykülerin projektif amaçlı kullanımına yönelik olan bu araştırmaların asıl amacı, çocukların deprem sonrasındaki ruh hallerini ve deprem yaşantısının onların yaşantılarında nasıl etkiler bıraktığını ortaya koymaktı. Ancak, çalışma için yeterli sürenin olmayışı ve uygun bir ölçme aracı da bulamama gibi nedenlerden dolayı çocukların depreme ilişkin yaşadıklarını projektif olarak ifade edebilecekleri ve bu şekilde de yaşantılarındaki izlere ilişkin tahminlerde bulunabileceğimiz bir çalışma yapmaya karar verdik.
Çalışma depremden yaklaşık 20 ay sonra gerçekleşti. Bu süre içinde çocuklar okula başlamış ve prefabrik evlerinde yaşamlarına alışma evresindeydiler. Elbette yaşanılan bu büyük felaketin yaraları sarılmaya başlanmıştı, fakat hala gerek çevrede gerekse de insanların yaşamlarında depremin etkilerini gözlemek mümkündü. Çalışmada çocuklara doğrudan sorular sormak ve düşüncelerini bu şekilde almak yerine -ki o dönemlerde bu çocuklarla çok fazla çalışma yapılmış ve bu tarz sorulara zaten fazlasıyla maruz kalmışlardı – 3 adet kısa, sonu tamamlanmamış ve kahramanlarının cinsiyeti belli olmayan figürler (örneğin bir ağaç ve iki hayvan) bulunan öyküler hazırladık. Bu öyküleri bireysel olarak çocuklara tek tek okuyup öykünün sonunda ne olmuş olabileceğini sorarak çocukların öyküleri tamamlamasını istedik.
S. K.: Peki deprem felaketini yaşayan bu çocuklarda olaydan 20 ay sonra depreme ait ne tür etkilerin devam ettiğini gördünüz?
E. Ç. Ö.: Bizim amacımız, çocukların depremi çağrıştırabilecek öykülere depremle alakalı cevaplar verip vermediklerini ve hafızalarında bu olayın ne derece etki ettiğini incelemekti. Çalışmanın sonucunda da nitekim travma yaşamış grubun deprem, felaket ve hatta ölüm gibi kelimeleri sıklıkla kullandıkları ve öyküleri bu yönde tamamlamayı tercih ettiklerini gördük. Öte yandan travma yaşamamış çocukların ise daha yüksek oranlarda umut dolu ve olumlu cevaplar vermeyi tercih ettiklerini bulduk.
S. K. Ancak araştırmanızın sonuçlarından biri de deprem felaketi yaşamış çocukların, kendi kontrolleri olduğunu düşündüklerinde öyküleri daha olumlu bir şekilde tamamladığı, örneğin mutlu sonla bitirdiği. Bunun sebebi nedir?
E. Ç. Ö.: Çalışmada öncelikle çocuklara “Bundan sonra kahramana ne olmuştur?” sorusu sorulduğunda çocukların ölüm, mahvolma, karanlığa gömülme gibi olumsuz ifadeler içeren cevaplar verdiklerini gözledik. “Sence bu öykü nasıl bitmeli?” sorusu yöneltildiğinde ise toparlanma, güçlenme, yeniden ayağa kalkma gibi olumlu ifadeler içeren ve mutlu son olabilecek cevaplar vermeyi tercih ettiklerini gördük. Bu durum da bize çocukların ellerine fırsat verildiğinde olumsuzlukları olumluya çevirme isteğinde olabileceklerini düşündürdü. Bu sonuç, çocukların toparlanma, kendine çeki düzen verme ve geleceğe daha umut dolu bakma zamanının geldiğine ve mutlul olma isteklerine işaret eden önemli bir gösterge niteliğindedir. Yani çocuklar aslında olumlu ve iyi bir şeylerin özleminde olduklarını ve ellerine fırsat verildiğinde de dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilme gücüne sahip olduklarını bize öyküler yoluyla anlattılar.
S.K.: Bir başka makalenizde de yine deprem felaketi yaşamış çocukların insan figürleri çizimlerini incelediğiniz araştırmanızdan bahsediyorsunuz. Bu çizimlerde de öykü tamamlamaya benzer sonuçlar elde ettiniz sanırım.
E. Ç. Ö.: Depremi yaşamış çocuklarla gerçekleştirdiğim iki farklı araştırma daha var. Bu araştırmalarda travma yaşamış çocukların yine projektif bir yöntem olan insan figürü çizimleri ile yaşadıklarını ve düşüncelerini inceledik. Çocukların insan figürü çizimlerini ve çizimlerinde kullanmayı tercih ettikleri renkleri incelediğimizde; Koppitz’in ölçütlerine göre çizimlerde güvensizlik göstergesi sayılabilecek “küçük figür”, kızgınlık belirtisi sayılabilecek “dişler”, yetersizlik belirtisi sayılabilecek “ellerin çizilmemesi” ve kaygı, güvensizlik belirtisi sayılabilecek “bitişik bacak” çizdiklerini gördük. Tüm bu tarz çizimlerin Koppitz’e göre üzüntü ve yas göstergesi olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Yani çocukların çizimleri aracılığıyla da yaşadıkları travmatik durumu yansıtabildiklerini söylemek mümkün.
Çizimleri renklere göre incelediğimiz çalışmamızda da özellikle depremi yaşamış çocukların tek ya da iki renk kullanarak çizimler yaptıkları; hatta çizimlerinde yüksek oranda siyahı tercih ettiklerini gördük. Renkler ve duygularla ilişkili yapılmış araştırmalar ışığında, siyahın; mutsuzluk, ağır depresyon, kızgınlık, üzüntü ve korkuyu temsil eden bir renk olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu bulguların da çocukların yaşadıklarını etkili biçimde yansıttığını ifade edebilirim.
S. K.: Peki genel bir bilgilendirme için, travmatik yaşantılar geçiren, örneğin deprem felaketi yaşayan çocuklarda ne gibi davranışsal ve duygusal sorunlara sıklıkla rastlandığını söyleyebilir misiniz?
E. Ç. Ö.: En çok alt ıslatma, tırnak yeme, kaygı ve korkular, uyku ve yeme bozuklukları, öfke nöbetleri gibi çeşitli sorunlar görmek mümkün.
S. K.: Deprem gibi travmatik olayların etkilerini anlamada felaketin üstünden geçen süre de önemli sanırım. Depresyon gibi sorunların, örneğin deprem olduktan sonraki yıllarda ortaya çıktığını veya devam ettiğini söylemek mümkün mü?
E. Ç. Ö.: Yaptığımız çalışmalarda ve alanda incelediğimiz farklı araştırmalarda çocukların yaşadıkları çeşitli felaketlerin uzun süreli travmatik etkisi olduğunu gözlemledik. Özellikle bu travmanın beklenmeden ve hazırlıksız yakalanılan doğal felaketlerde daha farklı olduğu da bir çok araştırmada ortaya konuyor. Bu durumun da uzun süreli depresyon, korku ve kaygıya neden olduğu söylenebilir.
S. K.: Siz hikayelerin, oyunların, yaratıcı bazı sanatsal çalışmaların travmatik olaylarla baş etme ve iyileşme sürecinde de etkili yöntemler olduğuna işaret ediyorsunuz çalışmalarınızda. Bu iyileştirici süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
E. Ç. Ö.: Başka çalışmalarda da sanatsal çalışmaların ve oyunun çocukların felaketlerle başa çıkmada önemli bir yöntem olduğunu görmek mümkün. Özellikle başta da belirttiğim gibi çocukların duygu ve düşüncelerini doğrudan sözcüklerle ifade etmek yerine resim, öykü ya da oyunlarla yansıtabildiklerini görüyoruz. Özellikle oyun, çocukların yaşamlarında önemli bir yere sahiptir ve çocuklar oyunlarında yaşamlarındaki olaylara ilişkin farklı bakış açıları ve çözümler getirebilme ve rahatlama yoluna sahip olabilirler. Benzer şekilde boyalarla oynarken, çizimler yaparken de olayların istedikleri biçimde şekillenmesini sağlayabilir ve bu etkinlikleri son derece güvenli bir ortamda gerçekleştirirler.
Çelebi Öncü, E., ve Metindoğan Wise, A. (2010). The effects of the 1999 Turkish earthquake on young children: Analyzing traumatized children’s completion of short stories. Child Development, DOI: 10.1111/j.1467-8624.2010.01460.
Çelebi Öncü, E., Akman, B., Güler, T., ve Karaaslan, T. (2009). A Report On Traumatised and Non Traumatised Children’s Human Figure Drawings Reflecting Emotional Effects of Disastrous Conditions. The Australasian Journal of Disaster and Trauma Studies , 2.
Elif Çelebi Öncü, Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi programından lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerine sahip. Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü’nde araştırma görevliliği, Kocaeli Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü’nde öğretim görevliliği yaptı. Halen Kocaeli Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışıyor. Öncü’nün, Okul öncesi çocukların gelişimleri ve eğitimleri üstüne araştırmalar yapan Öncü, yine benzer alanlarda çok sayıda eğitim ve seminer çalışmaları düzenliyor. Erken Çocukluk Dönemindeki Çocuklar için Oyun, Çocuklarla Mutfakta Eğlence, Okul Öncesinde Duyu Eğitimi ve Etkinlikleri, Okul Öncesinde Fen-Doğa ve Matematik Uygulamaları: Etkinlik Örnekleri isimli kitapları bulunuyor.