Almanya’ya Türkiye’den göçün 50. yılındayız. Bu konu sene içinde medyada sık sık konu edildi. Biz de Ajans Psikoloji olarak göçmen ailelere psikolojik bir perspektiften yaklaşmak için bu alanda bir uzmanla, Aslı Aydın Özdemir’le sohbet ettik. Araştırma, bilgi ve birikimlerini uygulamaya dökerek paylaşma enerjisi hiç bitmeyen, çok yönlü bir doktor adayı Aslı Aydın Özdemir. Uzun süredir Almanya’da çeşitli projeler kapsamında Türkiye’li göçmen ailelerin ruh sağlığı ile ilgili çeşitli araştırmalar yapıyor, bu ailelerle bire bir eğitim ve danışmanlık çalışmaları yürütüyor. Bakalım onun tecrübeleri, gözlemleri ve araştırma sonuçları, bize Türkiyeli göçmenlerle ilgili neler gösteriyor.

Selda Koydemir: Almanya’da bulunduğun süre içinde daha çok Türk göçmenlerinin uyumu ve ihtiyaçları üstüne hem bilimsel araştırmalar yaptın, hem birey ve ailelerle psikolojik destek ve eğitimsel çalışmalarda bulundun.  Son yıllarda hangi konuları araştırıyorsun?

Aslı Aydın Özdemir, Ruhr-Universität Bochum, Almanya

Aslı Aydın: Yaklaşık dört yıldır Almanya’dayım. Almanya’ya doktora çalışmamı yapmak için geldim. Çalışmamın ana konusu göçmen aileleri, özellikle anne-ergen ilişkisi. Bu kapsamda anne ve ergenin yaşadıkları çatışmalar, çatışma çözme biçimleri gibi alanları inceliyorum. Doktora çalışmamı tamamladım. Bunun dışında tez danışmanımın yürüttüğü ve Almanya, Hollanda ve Norveç’i kapsayan uluslararası bir projede çalışmaya başladım. Yer aldığım çalışmaların ana konusu göçmen çocuklarının başarılarında – yalnızca okul başarısı değil, ruhsal durumları da dahil – etkili olan faktörlerin çok boyutlu incelenmesi. Yani yalnızca aile, aile-ilişkileri değil, okul, öğretmen, öğretmen-veli ilişkisi, yaşadıkları semt gibi bir çocuğun günlük hayatındaki hemen hemen bütün öğelerin incelenmesini içeren ve aileleri 3 yıl boyunca takip eden bir araştırma.

S.K.: Doktora çalışmalarını tamamladın. Neydi cevap bulmaya çalıştığın sorular?

A.A.: Çalışmamın ana fikri son 10 yıldır aile-göç çalışmalarında çok sık test edilmeye çalışılan bir hipoteze dayanıyor. Bu hipoteze göre, göçmen çocuğu, annesi ve babasına göre göç edilen kültüre her açıdan ama özellikle de dil ve davranışlar açısından daha çok ve daha hızlı uyum sağlar. Bu nedenle ebeveyn-çocuk arasında bir fark oluşur ve bu fark da ebeveyn-çocuk ilişkisini olumsuz etkiler. Bu hipotez, özelikle Amerika ve Kanada’daki göçmen grupları üzerinde sıkça incelendi; ancak Avrupa göç ülkelerinde çok az çalışılmış bir konu. Bu nedenle böyle bir  tezi Almanya’da yaşayan Türkiyeli aileler ile de çalışmak istedik. Çalışma çok basit bir varsayıma dayansa da bu alanda yapılan çalışmalar birbirinden farklı şeyler söylüyor; kimi çalışma sonuçları bu hipotezi doğrularken kimi çalışma doğrulamıyor. Bu nedenle bu hipotezi farklı ülkelerde farklı göçmen grupları ile test etmek daha da önem kazanıyor. Çalışmaların farklı sonuçlar ortaya çıkarmasının bir nedeni de uyum kavramı, bu kavramın ölçülmesi ve ebeveyn-çocuk arasındaki farkın ölçülmesi ile ilgili. Ben çalışmamda tüm bu farklı yaklaşımları deneyip, hangi yaklaşımın  Almanya’daki Türkiyeli göçmen grubu için daha uygun bir yaklaşım olduğunu ortaya çıkarmak istedim.

Aydın Özdemir'e göre anne-ergen çatışması göçmenlik özelliklerinden değil, normal dönemsel süreçten kaynaklanıyor.

S.K.: Henüz tezini savunmadın ama sakıncası yoksa bizimle araştırmalarında ortaya çıkan birkaç çarpıcı sonucu paylaşabilir misin?

A.A.: Sonuçlar, annelerin kendilerini Türk kültürüne daha yakın, çocuklarını ise Alman kültürüne daha yakın bulduklarını gösterdi. Fakat bu farklılık sanıldığı gibi anne-çocuk arasında çatışmaya neden olmuyor.  Çatışma/tartışma konuları göç ortamından daha çok, birçok çalışmanın ortaya koyduğu ergenlik döneminde görülen dönemsel diye nitelendirilen ebeveyn-ergen çatışma/tartışma konularıydı. Ayrıca sonuçlar, annelerin çocukları için ideal uyum şeklinin hem Alman kültürünün hem Türk kültürünün olumlu öğelerinden kendilerine göre  bir sentez yapmaları  olduğunu gösteriyor. Yanı aslında anneler çocuklarının Alman kültürüne uyum sağlamalarını olumsuz değil, aksine olumlu algılıyorlar. Fakat asıl sorun, tanımladıkları ideal uyum şeklinde her iki kültürden de alınması gereken öğelerin net olmaması. Bu nedenle ailelere yönelik yapılacak programlar ailelerin bu süreci netleştirebilmeleri, bu konuda çocukları ile daha tutarlı bir iletişim kurabilmelerine yönelik çalışmaları içermeleri. Bu noktada uyumun, göçmen kişinin kendisi için ne anlam ifade ettiğine, çocuğunun ideal uyumunu nasıl tarif ettiğine gibi niteliksel çalışmalara daha fazla ihtiyaç var.

S.K.: Peki, araştırmaların dışında göçmenlerle ne gibi çalışmalar yapıyorsun?

A.A: Bilimsel araştırmalar dışında, pratik alanda da bir şeyler yapmanın önemli olduğuna inandığım için araştırmalardan kalan zamanlarda çeşitli kurumların Türkiyeli göçmen aileler için yürüttüğü destek çalışmalarında da etkin rol almaya çalışıyorum.  Bu çalışmaların ana ekseni ebeveyn-çocuk ilişkisini güçlendirmek. Ailelere yönelik çalışmalar dışında kadınlarla çalışmayı da çok sevdiğim için, Göçmen Kadınlar Birligi adlı bir örgütte aktif çalışmaya, örgütün çıkardığı dergiye düzenli yazılar yazmaya çalışıyorum ve iki yıldır da Türkiyeli Göçmen kadınlarla küçük bir şehirde yürüttüğüm bir grup çalışması var. Yani aslında akademik çalışmalardan beslenip, o çalışmalara kritik bakış açısını kaybetmeden, asıl hedef kitlesi ile birebir çalışmalar yürütmeye çalışıyorum.

S.K.: Almanya’ya Türkiye’den göçün 50. yılındayız. Yıllardır medyada, halk arasında ve araştırmalarda Türkler’in yaşadığı sıkıntılar ve “entegrasyon sorunu” sürekli dile getirilir. Sen orada Türkler’le bire bir çalışmalar yapmış bir uzman olarak bu konudaki son durumu değerlendirebilir misin?

A.A.: Entegrasyon sorununu bir tek Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin sorunuymuş gibi tarif etmek bence sorunlu yaklaşım. Göç dediğimiz süreç sorunlardan, sıkıntılardan, çatışmalardan arınmış bir süreç değil. Bunu dünyanın birçok yerindeki göçmen yaşıyor. Ama Almanya bir göç ülkesi olduğunu yeni yeni kabul etmeye başladığı için uzun zamandır ihmal ettiği, görmezden geldiği, belki de farkında bile olmadığı bir gerçekle yüzyüze şimdi. Bunu da en büyük sorunu olarak ele alıyor. Son zamanlarda göçmenlerin, özellikle de Türkiyeli göçmenlerin entegre olmadığını, ikinci hatta üçüncü  kuşak çocukların eğitim durumlarının Alman çocukları ile karşılaştırıldığında daha kötü olduğunu gösteren çalışmalar ağırlık kazanıyor. Yani hem akademik hem de kamusal alanda Türkiyeli göçmenler sorunlu grup olarak tarif ediliyor. Aslında çalışmalar sorunları tarif ediyormuş gibi gözükse de çözüm önerme konusunda bence sınıfta kalıyor.

S.K.: Sanırım bu noktada entegrasyonun nasıl algılandığı çok önemli.

Evet. Entegrasyonun sosyal bilimler alanında bile tek taraflı bir süreç  değil, iki taraflı bir süreç olarak yeni yeni kabul edildiği bir ortamda, kendisinin göç ülkesi olduğunu yeni fark etmiş ve kabul eden Almanya’da entegrasyon hala karşı tarafın değişmesi ve göç edilen yere uyum sağlaması gibi tek taraflı bir süreç olarak tarif ediliyor. Öte yandan uyum sağlamak isteyen toplumun kendisine uyum gösterilmesi gereken toplum tarafından ne kadar kucaklayıcı davrandığı hiç tartışılmıyor. Göçmenlerin sorunları elbette var ama bunlar yalnızca göçmenlerin sorunu değil, Almanya’nın göçmen politikasının da bir sorunu. Sorunların kaynağını Türkiyeli göçmenlerin düşük eğitim seviyesi, Almanca bilmemesi, çocuklarının eğitimleri ile ilgilenmemesi olarak tarif ettikçe sorunları hiçbir zaman çözemeyeceğiz, yani tedavimiz cevap vermeyecek çünkü teşhisimiz eksik. Bunun yanı sıra göçmenlerin başarı hikayelerine de odaklanmak gerekiyor.

Şu an üniversitelerde okuyan pek çok göçmen kökenli genç, eğitimlerini tamamlayıp önemli yerlerde bulunan insanlar var. Bunları istisna olarak algılamak yerine bu başarıların altında yatan nedenleri, bu kişileri güçlü kılan şeyleri iyi tespit etmek gerekir. Üstelik siz bir grubu sürekli problemli diye tarif edip, sürekli dışlarsanız, o grup da kendini problemleri üzerinden var etmeye ve ifade etmeye devam eder. Çünkü bu grubun en önemli ihtiyaçlarından biri görünür olmak , kabul edilmek ve ait olmak.  Almanya’daki Türkler’in kendi durumlarını tarif ederken en çok kullandıkları “Almanya’da yabancı” ve “Türkiye’de Alamancı” ifadesi bu ihtiyacı ve içlerinde bulundukları ruh halini çok iyi ifade ediyor bence.

S.K.: Avrupa’da göçmenlerle ilgili çok fazla bilimsel araştırma yapıldığını, Türk popülasyonun da bunların başında geldiğini biliyoruz.  Peki bu araştırmaların sonuçları sence iyileştirme çalışmalarına ve devlet politikalarına ne ölçüde yansıyor?

Göçmenlere Almanya'da yabancı, Türkiye'de Alamancı olarak bakılıyor.

A.A.: Dediğim gibi çalışmalar çoğunlukla problem odaklı ve pratik alanda iyileştirme çalışmalarına ve devlet politikalarına ışık tutmakta biraz zayıf. Fakat yine de umut verici çünkü birkaç göç ülkesinde eş-zamanlı ve aynı hedef grup ile yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, yaşanan sorunların yalnızca göçmen grupla değil göç edilen ülkenin şartları, eğitim sistemi ve göç politikası ile ilgili olduğunu gösteriyor. Alandaki eksikliklerden biri de iyileştirme çalışmalarının ve göç politikalarının doğrudan incelendiği çalışmaların yok denilecek kadar az olması. Bence bunun nedenlerinden biri de temeli kapsamlı ve önyargılardan uzak yapılarak hazırlanmış bu tür iyileştirme çalışmalarının çok az olması.

S.K.: Benim de Almanya’da yapmış olduğum çalışmalarda gözlemlediğim şeylerden birisi göçmenlerin psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğu. Ancak özellikle Almanca’da zorluk çeken Türkler’in anadilde yardım alma konusunda zorlandığı da tartışılıyor. Sen bu konuda neler söyleyeceksin?

A.A.: Yıllarca ihmal edilmiş, görülmemiş bir grup şimdi uyumsuzlukları (entegre olamayışları) ve psikolojik sorunları ile gündemde. Bu da çok normal.  Dünyanın bir çok yerinde pek çok göçmen grubu ile yapılmış göç-göçmen psikolojisi ile ilgili araştırma sayısı çok fazla. Ayrıca psikolojik destek almanın sigorta tarafından karşılandığı bir ülkede göçmenler arasında bu, şimdilerde daha da kolaylıkla talep edilebiliyor. Fakat bu talep çok kolay karşılanmıyor. Bunun birinci nedeni anadilde konuşan psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının az olması. Bence bundan da önemlisi bu alanda hizmet veren kişilerin inter-kültürel, çokkültürlü, trans-kültürel gibi kavramlarla yeni yeni tanışması. Aslında daha önce söylediğim gibi, göz ardı edilen bir problem olduğu için zamanında buna yönelik çalışmalar, yatırımlar yapılmamış ama şimdi bu alanda bahsettiğim konular popüler konular olduğu için, bir çok uzman bu alanlarda eğitimler alıyor. Yani uzmanın öncelikli sorunu Türkçe bilmemesi değil; karşısına gelen kişinin yaşadığı sorunu  kültürü ile ilişkilendirmesi, hem de önyargı ve klişelerden uzak olabilmesi gerekiyor. Bir çok psikolog kendisine gelen göçmen danışmanların sorununu “entegre olamamış Türkler” kategorisi altında değerlendirebiliyor. Bence bu, Türkçe konuşan uzmanların az olmasından daha büyük bir sorun.

S.K.: Son olarak, sence genel olarak göçmelerin psikolojik süreçlerine dair araştırmalarda  nerelerde açık var?

A.A.: Daha önce de belirttiğim gibi araştırmaların çoğu problem odaklı çalışmalar. Baş etme mekanizmaları, dayanıklılık, iyilik hali gibi konular çok az ya da yeni yeni çalışılıyor. Halbu ki 50 yıldır bu insanlar, yaşamda kriz olarak nitelendirilen bir durum ile iyi ya da kötü baş etmeye çalışıyorlar. Göçmenlerin güçlü yanlarına, başarılarına odaklanan çalışmalara ihtiyaç var bence.  Ayrıca yaşanan sorunların göçmen olmakla değil, yaşadığı dışlanma, kabul görememe gibi göç ettiği ülkenin şartları ile ilişkilendirilen, bu boyutları detaylı bir şekilde ele alan çalışmalara da ağırlık verilmeli bence.

 

Detaylar için kaynaklar

Aydın Özdemir, A., Leyendecker, B., Koydemir, S., & Kaymak-Ozgur, Y.  A Qualitative Study of Conflicts and Difficulties Experienced by Turkish Immigrant Mothers with their adolescents in Germany.  European Congress of Psychology, Istanbul, 2011.

Leyendecker, B., Agache, A., Aydın Özdemir, A., Jakel, J., Kohl, K., Muhametjanova, G., Spiegler, O., Wiilard, J. Feeling at home in two countries? Adaptation of immigrant children in Germany. 3rd Norface Migration Conference, Mannheim, Germany, March 2012.

 

Aslı Aydın Özdemir

Aslı Aydın Özdemir, Boğaziçi Ünivesitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık alanında lisans, ODTÜ Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında yüksek lisans derecelerine sahip. ODTÜ’de aynı alanda doktora çalışmalarını yaptı, tez aşamasında Almanya Ruhr-University Bochum Psikoloji Bölümü’ne geçiş yaparak çalışmalarına burada devam etti. ODTÜ’de araştırma görevliliği yaptı, Eğitim Gönülleri Vakfı’nda çeşitli projelerde uzman olarak çalıştı. Hollanda’da Türk göçmenlerin psikolojik süreçleriyle ilgili bilimsel çalışmalarda bulundu. Halen Almanya’da doktora çalışmalarının son aşamasında olan Aslı Aydın, aynı zamanda üniversitede araştırma projeleri yürütüyor. Almanya’da kaldığı süre içerisinde bilimsel çalışmalarının yanında Türk göçmen birey ve aileleriyle çeşitli araştırma projeleri kapsamında çok sayıda eğitim ve psikolojik destek çalışması düzenlemeye ve uygulamaya devam ediyor.

RelatedPost